Türkiye Tabiatını Koruma Derneği Samsun İl Temsilcisi Mehmet Yazıcıoğlu, 5 Haziran Dünya Çevre Günü nedeniyle yaptığı basın açıklamasında, ekosistemin ana unsuru olan hava, toprak ve su olmazsa biyoçeşitliliğin olmayacağını, bu unsurlardaki olumsuzluklar insanları ve gelecek nesillerin yaşam kalitesini olumsuz etkileyeceğini söyledi.
Türkiye’nin Avrupa’nın en zengin biyoçeşitliliğine sahip bir ülke olduklarını belirten Türkiye Tabiatını Koruma Derneği Samsun İl Temsilcisi Mehmet Yazıcıoğlu, “Zengin biyoçeşitlilik bizim yaşam kalitemiz demektir. İnsanlar, temiz havada tabiatla baş başa kalarak, su ve kuş sesi dinleyerek adeta terapi yapar. Ekosistemin ana unsurları olan hava, toprak ve su olmazsa biyoçeşitlilikte olmaz. Bu unsurlardaki olumsuzluklar bizim ve gelecek nesillerin yaşam kalitesini olumsuz etkililer. Ancak her geçen gün artan şehirleşme ve sanayileşme faaliyetleri ekosistemden ve biyoçeşitlilikten bir şeyler alıp götürüyor. Yani tabiatı yine kendimiz ve gelecek nesillerimiz için korumalıyız” dedi.
HAYATIMIZA VE EKONOMİYE ETKİSİ
Yok olan her canlının insanın yaşam kalitesinden bir şeyler alıp götürdüğünü belirten Yazıcıoğlu, “Birçok canlı dünya ölçeğinde ya yok oldu ya da tehlike altında. Dünyanın herhangi bir ülkesinde yok olan ormanlar ya da bir canlı türü ‘bizi ilgilendirmez’ diyemeyiz. Çünkü ormanların ürettiği oksijeni tüm insanlık solur. Bir canlının ekosisteme olan etkisinden tüm insanlık dolaylı da olsa etkilenir. Dünyada arı neslinin tükenmesi halinde bir süre sonra hayatın da sekteye uğrayacağı öngörülüyor. Aslında bu durum her canlı için geçerli. Yok olan her canlı bizim yaşam kalitemizden de bir şeyleri alıp götürüyor. Tabi bunun ekonomiye yansıması da var. Barajların yapımıyla Kızılırmak deltasında bereketli alüvyonlar gelmez oldu. Bununla birlikte deltanın ağzı denizin aşındırmasıyla aşınmaya başladı. Yıllar önce tonlarca üretimi yapılan mersin balıkları artık görülmez oldu. Kuşlar ve birçok canlı olumsuz etkilendi ve bunların yok olması neticede insanı da olumsuz etkiledi. Yani ne ekersek onu biçeriz. Tabiat yapılan müdahalelere kendi dili ile cevap verir. Mevsimsel dengesizlikler, su baskınları gibi olarak karşımıza çıkar. Temiz ve yeterli havaya, suya, toprağa sahip olmazsak hem biyoçeşitlilik bundan etkilenir, hem de biz insanoğlu. Ekosisteme ve biyoçeşitliliğe verilen zararın ekonomik etkileri de çok büyük olmaktadır. Hava, su, toprak kirliliği, ormanların yok edilmesi, çarpık şehirleşme, biyoçeşitliliğin azalması gibi olumsuzlukların ekonomiye de yansıması olumsuz olmaktadır. Örneğin, Kızılırmak ve Yeşilırmak’ta yumurtlayan mersin balıklarının yok olma noktasına gelmesi, yıllar önce tonlarla ifade edilen havyar üretimini de bitirmiştir. Oysaki sadece bu bile son derece önemli bir ekonomik kayıptır. Yani korunması gereken ekosistem ve biyoçeşitliliğimize sahip çıkarsak ekonomimize de sahip çıkmış oluruz” diye konuştu.
DÜZENLEME, DENETLEME VE BİYORESTORASYON
Ekosistemin ve biyoçeşitliliğin temelini oluşturan hava, toprak, su, gibi unsurların düzenli bir şekilde kullanılması gerektiğinin altını çizen Yazıcıoğlu, “Hava, su ve toprak kirliliği, toprak vasfının yitirilmesi, tarım arazilerinin tarım dışı amaçla kullanılması sonucu tarımsal üretimin düşmesi ve orman varlığımızın azalmasının ve habitat kaybının önüne geçmeliyiz. Aşırı ve bilinçsiz avcılık neticesi balık ve diğer canlı türlerin neslinin tükenmesi, habitat kaybı gibi kavramları bütüncül bir bakış açısı ile yönetmeye bu kavramları düzenleme, denetleme ve biyorestarosyon çalışmalarına daha fazla önem vermeliyiz. Biyorestorasyon bilgi birikimi ve tecrübe gerektiren konudur. Yoksa kaş yapayım derken göz çıkartılıyor. Bir bölgeye özgü olmayan canlının o bölgeye bilerek veya bilmeyerek yerleştirilmesi son derece olumsuz durumlar ortaya çıkarabiliyor. Örneğin, yıllar önce İsrail sazanını kara sularımıza salan ve diğer yerli balık türlerini yok ederek biyolojik felakete yol açan da maalesef yine kendi kamu kurumlarımızdır. Egzotik ve istilacı türlerle mücadele de önem verilmesi gereken bir konudur. Çeşitli amaçlar veya gemi atık suları ile ülkemiz karasularına giren yabancı bitki veya hayvanlar da doğal ortama bırakıldığında yerel canlılara zarar verebilmekte hatta nesillerini tüketebilmektedir” şeklinde konuştu.
BÜTÜNCÜL YAŞLAŞIM VE KURUMSAL ÇOK BAŞLILIK
Koruma ile ilgili konularda birçok kurumun benzer faaliyetler gösterdiğini ifade eden Yazıcıoğlu, “Örneğin, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü, Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü ayrıca Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü de ekosistemem ve biyoçeşitliliğe müdahale edebilmektedir. Aynı amaca hizmet etmesi gereken tüm kurumları bütüncül bir bakış açısı ile teke indirilmesi fiili ve etkin korumayı da olumlu etkileyecektir. Bizim de bilgiye ve tecrübeye önem vererek bütüncül olarak ele alan yaklaşımla yönetmeye, denetlemeye ve biyorestorasyon çalışmalarını yapmaya ihtiyacımız var. Kendimize ve bizden sonraki nesillere de yaşanacak bir dünya bırakmak istiyorsak çevremize, ekosisteme ve biyoçeşitliliğe sahip çıkmalıyız” ifadelerini kullandı.