Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Bülent Gedikli, “Başkanlık sitemi” tartışmalarıyla ilgili, “Zaman kaybetmeden bir anayasa değişikliğine gidilerek tam bir başkanlık sistemine geçilmesi en doğru yoldur” açıklamasında bulundu.
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Gedikli, “başkanlık sistemi”ne ilişkin yaptığı açıklamada, bu tartışmaların ülke gündeminde ilk defa yer almadığına dikkat çekerek, “Başkanlık sistemi tartışmaları ülkemizde ilk kez gündeme gelmiyor. Geçmişte Alparslan Türkeş, Necmettin Erbakan, Turgut Özal ve hatta Süleyman Demirel’e kadar uzanan tartışma geçmişine sahip. Özellikle uzun dönem başbakanlık yaptıktan sonra Cumhurbaşkanlığı’na çıkan siyasiler, yürütmenin tek elde toplanması gereğini fark ediyorlar. Yukarıdan bakıldığında ülke sorunlarının çözümü esnasında demokrasi içindeki uzun tartışmaların ülkeye zaman kaybettirdiğini görüyorlar” şeklinde konuştu.
“Bu sağ ya da sol işi değil memleketin hayrına olan, ideolojiler üstü bir iştir”
Hızlı, etkin ve güçlü bir karar alma gücü sağlayan tek sistemin “başkanlık sistemi” olduğuna değinen Gedikli, “Şu ana kadar siyasal sistem köklü biçimde değiştirilerek başkanlık sistemi temelli bir anayasa yapılması mümkün olamadı. Zira 1950’den bu yana Türkiye’yi genellikle sağ hükümetler yönetse de, bir yandan ülkedeki derin ve dinamik güçlerin siyasi vesayeti, diğer taraftan bu partilerin anayasayı tek başına değiştirecek güçlü parlamenter çoğunluğa ulaşamamaları, sistem tartışmalarını hep akamete uğrattı. Şimdi ise ilk kez askeri vesayet sisteminin zayıflaması ve dolayısıyla AK Parti gibi kendine güvenen, reformcu bir hükümetin işbaşında bulunması, Türkiye’deki sağ cenaha ilk kez başkanlık sistemi konusunu cesaretle gündeme getirme fırsatı sunuyor. Ancak bu sağ ya da sol işi değil memleketin hayrına olan, ideolojiler üstü bir iştir” diye konuştu.
“FETÖ başta olmak üzere PKK-DAEŞ gibi terör örgütleri topyekün üstümüze çullandılar”
“Sistem 2007’deki değişiklikten sonra artık yarı başkanlık sistemi görünümünü almıştır” diyen Gedikli, konuşmasını şu şekilde sürdürdü:
“Halk tarafından doğrudan seçilen bir Türkiye Cumhurbaşkanı’nın köşesinde oturması ve yalnızca sembolik imzalar atmasını kimse beklememelidir. Zaman kaybetmeden bir anayasa değişikliğine gidilerek tam bir başkanlık sistemine geçilmesi en doğru yoldur. Başkanlık sistemi, siyasi fobi olacak kadar korkunç bir yönetim şekli değildir. Hukuk devletini koruyacak, Türkiye için de uygulanabilir bir demokratik model olarak görülmelidir. Yanlış olan, bizdeki muhalefetin yaptığı gibi, konuyu diktatörlük arayışı olarak sunup sağlıklı bir demokratik tartışma ortamının oluşumunu engellemektir. Ayrıca başkanlık teklifimiz ortaya çıktıkça bunun aslı astarı olmadığı da anlaşılmıştır. Örneğin karşılıklı fesih ilkesinin olmadığı yani Meclis’i fesih etme yetkisini içermeyen bir başkanlık modelinde nasıl diktatörlük olacak iddiasında bulunabiliyorlar anlamak mümkün değil. Doğru olan, kamuoyunun önünde bu sistemin tartışılmasını sağlamak ve nihai kertede kararı halka bırakmaktır. 1 Kasım ile birlikte yeni oluşan TBMM’nin bu anlamda en öncelikli konusu yeni Anayasa ve hükümet sistemine odaklanmak olmalıydı. Ancak malumunuz başta FETÖ olmak üzere PKK-DAEŞ gibi terör örgütleri topyekün üstümüze çullandılar. Bunu takiben bu maşaları kullanan üzerimize salan güçlerin ekonomik ayağını oluşturan kredi kuruluşları akla, hesaba, matematiğe uymaz şekilde notumuzu indirdi. Anlayacağınız her yönden saldırdılar. Allah’a şükür güçlü Türkiye Cumhuriyetimiz, hükümetimiz, Cumhurbaşkanımız bunlara izin vermedi, vermeyecek.”
“Cumhurbaşkanı’nı diktayla suçlayanların aslında Kenan Evren anayasasının değişmesini istemediklerini, 12 Eylül’den ve diktadan yana olduklarını hemen anlarsınız”
Gedikli, gündemde “başkanlık sistemi”ni tehlikeli olarak göstermeye çalışanların yakın bir tarihe kadar 12 Eylül Anayasası’nı dikta anayasası olarak değerlendirdiklerini kaydederek, “Eğer kendi söylediklerine kendileri inanıyorsa bugün yürürlükte olan bu anayasanın Cumhurbaşkanına zaten diktatörlük yetkileri tanıdığını da kabul etmeleri gerek. Demek ki onların iddiasının tam tersine Cumhurbaşkanı Erdoğan elinde her türlü yetki, siyasal destek ve kolaylıkla istismar edebileceği bir 12 Eylül Anayasası varken, çağdaş ve demokratik bir başkanlık sistemi için mücadele etmektedir. Erdoğan aslında rejimi ve halkını her türlü dikta hevesinden korumaya çalışırken bugünkü sistemde devlete sızma olanağı elde ederek güç devşiren odakların hedefi olmaktadır. Konuya önyargısız olarak yaklaştığınızda Cumhurbaşkanı’nı diktayla suçlayanların aslında Kenan Evren anayasasının değişmesini istemediklerini, 12 Eylül’den ve diktadan yana olduklarını hemen anlarsınız. Zaten aynı çevreler 12 Eylül 1980 darbesi yaklaşırken gazetelere ilanlar vererek bu darbenin hazırlanmasına katkıda bulunmuş, daha sonra da 12 Eylül Anayasası’nı desteklemişlerdi. Aynı çevreler bugün de başkanlık sistemine karşı kampanyalar yapan yayın organlarını kurdukları vakıflar aracılığıyla finanse ediyorlar. 15 Temmuz’u finanse ettikleri gibi” değerlendirmesinde bulundu.
“Darbeci zihniyet, bu kadim coğrafyanın asil milleti için suni problemler oluşturmuş ve bu problemler milletin ayağa kalkmasına, engel teşkil etmişti”
Başkanlık sistemine ilişkin “Bir dünya başkanlık sistemi yoktur. Başkanlık sisteminin mevcut olduğu her ülkedeki sistem o ülkenin sistemidir” diyen Gedikli, “Ünlü siyaset bilimci Duverger’in dediği gibi anayasalar insan yapısı sistemlerdir. Sevabıyla, günahıyla bir ülkenin kültürel kodlarını, tarihini, özellikle yakın geçmişte karşı karşıya kalınan sorunlara önerilen çözümleri içerir. Bu bakımdan ’Türk başkanlık sistemi’ ifadesi kullanılır kullanılmaz bu ifadede evrensel değerlerden uzaklaşma anlamını görenler, aşağılık duyguları ve Batı hayranlığıyla izanlarını kaybetmişlerdir ve olaya ideolojik yaklaşmaktadırlar. Kendi milletini parya olarak gören ve milletini menfaatlerinin kölesi olarak algılayan derin darbeci zihniyet, bu kadim coğrafyanın asil milleti için suni problemler oluşturmuş ve bu problemler milletin ayağa kalkmasına engel teşkil etmişti. Bu kayıp senelerde Anadolu coğrafyası mazlumların sesi olabilecek bir potansiyele sahipken her zaman kendi iç sorunlarıyla uğraşan bir ülke olmaya mahkum edildi. Gözlerini açamayan, ufku daima perdelenen bir Türkiye arzulandığı için ülkemiz mizansenik sosyal, siyasi, kültürel, ekonomik, bölgesel kara deliklerle meşgul edildi. Kamusal alan, rejimin bekası, laiklik, Kürt sorunu, sağ sol çekişmeleri, Sünni-Alevi rekabeti, çağdaşlık gibi sözde sorunlar adeta içtimai hayatımızın merkezine çığ misali düşürüldü ve vakti geldikçe her fırsatta önümüze çıkarıldı. Varisi olduğumuz cihan devletinde nüvesine dahi rastlanmayan soruncuklar elimizi ayağımızı bağlayacak şekilde dizayn edildi” dedi.
“El öptüren devlet anlayışı yerini el öpen devlete bıraktı”
Gedikli, “Günümüz Türkiye’sinin kronik sorunlarıyla 92 yıl önceki Türkiye’nin sorunları arasında maalesef bir fark bulunmamakta” diyerek açıklamasını şu şekilde sürdürdü:
“Cihan devleti mirasını etnik devlet kalıplarının fasit dairelerinde boğduran aktörlerin bizlere devrettiği eksi bakiyeyi sıfırlamaya ve artıya çevirmeye çalışıyoruz. Fakat her seferinde karşımızda sözde rejim bekçiliği rolünü yerine getiren otokratik, bürokratik ve oligarşik sistemin garantörü niteliğindeki aygıtlar çıkıyor. Düne kadar militer faktörler ve müdahalelerle prangalanan milli irade günümüzde komisyonlar, parlamenter sistem, bürokratik oligarşi, paralel piyonlar tarafından engelleniyor. AK Parti bu sorunların bertaraf edilmesi noktasında 92 yıllık Cumhuriyet tarihinin en başarılı hükümeti oldu. Otokrasiyi, vesayeti gerileten ve millet için devlet paradigmasını zihni ve kültürel anlamda en iyi şekilde uygulayan AK Parti, devletin öznesinin fert ve birey olduğu hakikatini toplumun tüm kesimlerine benimsetti. El öptüren devlet anlayışı yerini el öpen devlete bıraktı. Bu başarı milletin AK Parti’ye ettiği dualar ve verdiği destek sayesinde gerçekleşti. AK Parti de milletin kendisine olan teveccühünü boşa çıkarmadı. Demokratik reformlar, özgürlükçü icraatlar, barış ve kardeşlik eksenindeki politikalar sayesinde yeni Türkiye vizyonunun temelleri atıldı, 14 yıllık iktidar sürecinde destansı bir performans ortaya koyuldu. AK Parti milletle el ele vererek Türkiye’ye çağ atlatırken, dış güçler ve içerideki maskotları boş durmadı.”
“Başarılı olamayacaklar”
Musul’a ilişkin değerlendirmelerde bulunan Gedikli, “Şimdi 350 kilometre sınırımız olan Musul’da bir mezhep çatışması çıkarmayı amaçlayan güçler, bize DAEŞ in temizlenmesi operasyonunda siz gelmeyin demeye kalkıyor. Bakın Sayın Cumhurbaşkanımız da ısrarla 350 kilometre sınırımız olan bir bölgede, tarihi bağlarımız olan bir bölgede yapılacak bir mezhep çatışmasına, katliamına izin vermeyeceğimizi belirtti.Türkiye hamdolsun ne geçmişte ne de bugün kimsenin toprağında gözü olan, gittiği yerde asimilasyon yapan bir devlet olmadı, olamaz. Ancak, ne askeri ne siyasi ne de sosyolojik olarak sınırımız olan bölgelerde hele ki buralardan bize terör ihraç etmeye kalkılıyorsa, susup oturup izlememizi kimse beklemesin. Biz ülkemizin bekası için ne gerekiyorsa yaparız. Ulusal güvenliğimiz ve bekamız söz konusu olduğunda bu milletin ve devletimizin neler yapacağını çok iyi bildiklerinden bizi başta ekonomik manipülasyonlarla, terör belasıyla içimize döndürmeye çalışıyorlar ancak başarılı olamayacaklar. Her türlü reformlarımızı tamamlamak zorundayız çünkü dünya dört nala istikrarsız, kaotik bir gündeme sürükleniyor. Onun için istikrarımızı korumak ve ilerlemek mecburiyetindeyiz” ifadelerini kullandı.