İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet Akgül, hamilelikte damar tıkanıklığına dikkate dilmesi gerektiğini söyledi.
Gebe olan annelerde en önemli sağlık sorunu ve anne ölümlerinin en önemli nedenlerden biri olan annenin damarlarındaki kanın pıhtılaşması konusunda önemli değerlendirmelerde bulunan Prof. Dr. Ahmet Akgül, “Gebelik damarlarda varis ve pıhtı oluşumu için riskli bir dönemdir. Çünkü vücut, doğum sırasında kanama riskini azaltmak için kandaki pıhtılaşmayı artıran ürünleri artırır. Bu tamamen doğal bir cevaptır. Fakat bu durum hamilede bazen damar içinde istenmeyen pıhtılaşmaların oluşumuna yol açar ve de bazen annenin ve/veya bebeğin ölümüyle sonuçlanır. Gebelik döneminde akciğer embolisi, yani akciğer damarlarındaki pıhtı, gebelik esnasındaki anne ölümlerinin en sık ikinci sebebidir ve anne ölümlerinin yüzde 12-15’idir. Damar pıhtılaşmasıyla ilgili hastalıklar gebeliğin herhangi bir döneminde ortaya çıkabileceği gibi gebeliğin sonlarına doğru bir artış gösterir. Ayrıca doğum sonrası da ortaya çıkabilir. Doğum sonrası görülen damar pıhtılaşmalarının yüzde 55’i doğum sonrası ilk 3 gün içinde görülür. Fakat doğum sonrası ilk 4 hafta boyunca da ortaya çıkabilir” diye konuştu.
“Derin venöz tromboz nedeniyle olur. Yani bacak toplar damarlarında iç varis vardır ve zaten kan dolaşımı yavaşlamıştır ve bir de bu duruma gebelik eklenince bacak damarlarında tıkanıklık olur” diyen Prof. Dr. Akgül, “Eğer erken dönemde tespit edilip yeterli bir süre kan sulandırıcı alabilirse, akciğer embolisi riski azaltılmış olur. Ama tedavi edilmez ise yüzde 24 oranında akciğer embolisi gelişir. Bu durumda ölüm riski yüzde 15 dir. Eğer tedavi alırsa akciğer emboli riski yüzde 4 e, ölüm oranı da yüzde 1’in altına düşer” dedi.
Prof. Dr. Ahmet Akgül, hastalığın tanınmasında en önemli durumun gebenin şikayetleri ve doktorun tespit edeceği bulgular olduğunu belirerek, belirtiler ve tedavi yöntemleri konusunda şunları söyledi:
“Tek bacakta ağrı, hassasiyet, şişlik, bacakta artan kılcal damarlar, damar şişlikleri, varisler, bacakta selülit, hassasiyet, kızarıklık, bacak baldır kasında gerginlik, ayrıca hastaya testler de yapılmalıdır. Pletismografi; bu testte hastanın baldırına elektrotlar bağlanır ve toplardamarda oluşan değişiklikler ölçülür. Radyasyon yoktur, hamilelikte yapılabilir. Renkli dopler ultrason; radyasyon yoktur, hamilelikte yapılabilir. Venografi; radyasyonu vardır. İşlem yapılırken gebenin karnı korunur ama yine de bebek radyasyona maruz kalır ama tolere edilebilir. Eğer gebe doktora geç dönemde gelmişse ve akciğer embolisi olmuşsa şikayetler artar. Nefes darlığı, hızlı soluk alıp verme, göğüs ağrısı, öksürük, panik atak, çarpıntı. Ayrıca testler de değişir. EKG, akciğer grafisi, atardamardan alınan kan gazları. Ventilasyon perfüzyon sintigrafisi; radyasyon içerir. Akciğer damar anjiografisi radyasyon içerir."
Gebelikte DVT geçiren hastanın tedavisi nedir?
DVT tedavisi için hasta yatarken bacağının altına bir yükseklik konması istendiğini ve böylece bacak seviyesi kalp seviyesinin üstüne çıktığı için kanın bacaktan kalbe dönüşünün kolaylaştığını söyleyen Akgül, "Fakat doğru bilinen yanlışlardan biri de hastanın devamlı yatması olayıdır. Bunun tam tersi hasta hareketli olmalı ve yürümelidir. Eğer hasta yatarsa pıhtı daha da artar. Bu nedenle hasta devamlı yürümeli ve bacak kaslarını güçlendirmelidir. Yalnızca yatacağı zaman bacaklarının altına yastık koyup, bacağı kalp seviyesinin üstünde tutmalıdır. Kabızlık varsa mutlaka düzeltilmeli, hastanın ıkınmasının pıhtı oluşumunu artıracağı unutulmamalıdır. Ayrıca hasta özellikle diz altı varis çorabı kullanmalıdır. Hasta doktorun önereceği doz ve miktarda kan sulandırıcı almalıdır ve bu genellikle cilt altı yapılan iğneler şeklindedir. Eğer akciğer embolisi de gelişmiş ise, gebe mutlaka hastaneye yatırılmalı ve oksijen tedavisine başlanmalıdır. Annenin kanında oksijen basıncı mutlaka 70 mmHg’nın üzerinde tutulmalıdır. Eğer akciğerde ödem de gelişmiş ise bu sefer pozitif basınçlı oksijen verilmelidir. Hastada panik ve/veya ölüm korkusu varsa morfin kullanılabilir" dedi.
Kan sulandırıcıların nasıl kullanılması gerektiği hakkında ise Prof. Dr. Akgül şu bilgileri verdi:
"Heparin: Yapısı büyük moleküllerden oluştuğu için ve ayrıca negatif yüklü olduğu için plesentayı geçmez yani anne alırken bebeğe geçmez, doğum sonrasında da anne sütüne geçmez. Bu yüzden güvenlidir. Ağızdan kullanılamaz. Damardan veya cilt altından kullanılır. Kas içine verilmesi önerilmez çünkü kas içinde hematom denen kan toplanması yapabilir. Kan düzeyinin etkili olması için bazı kan testleri ile sürekli kontrol edilir. En yaygın test: aPTT dir ve normal değerinin 1,5-2 katı arasında tutulur. Tedavinin başladığı dönemde 4-6 saatte bir bu test tekrarlanır. Hastanın şikayetleri kaybolana kadar tedavi devam eder ve sonra cilt altı düşük doz heparin formlarına geçilir. Doğum sonrası 6. Haftaya kadar tedaviye devam edilir.
Direkt pıhtıyı eriten ilaçlar: streptokinaz, ürokinaz, doku plazminojen aktivatörleri gibi isimler alırlar ve direkt olarak damar içindeki pıhtıyı eritir. Bu ilaçların gebede kullanılması sakıncalıdır ama eğer hayati risk var ve bunlar kullanılacaksa dikkatlice kullanılabilirler, çünkü bu ilaçlar hem anne hem de bebekte kanamaya yol açabilirler.Ağızdan alınan kan sulandırıcılar: Warfarin ve yeni çıkan ilaçları içerirler. Anneden bebeğe geçerler ve bebekte kanama yaparlar. Ayrıca hamileliğin ilk üç ayında kullanılırsa bebekte kemik ve burun defektleri, sinir sistemi sorunları, göz gelişiminde sorunlar ve gelişim bozuklukları yapar.”