Uzmanlar, HIV virüsü taşıyan bireylerin toplumdan dışlanma veya görmezlikten gelinme, hastalığın saklanması veya son döneme kadar doktora başvurmama gibi nedenlerle bu hastalıkla mücadelenin zorlaştığına dikkat çekiyor.
Medicana Konya Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Doğaç Uğurcan, 1 Aralık Dünya AIDS Günü dolayısıyla açıklamalarda bulundu. Yrd. Doç. Dr. Uğurcan, "HIV (human ımmunodeficiency virus) veya Türkçesi ile "insan bağışıklık yetmezliği virüsü"nün etken virüsün etkisiyle bağışıklık sisteminin giderek baskılandığı kronik bir enfeksiyon hastalığı olduğunu belirtti. Hastalığın etkeni olan virüsün bağışıklık sisteminin beyaz kan hücrelerine yerleşerek vücutta kalıcı hale geçtiğini belirten Yrd. Doç. Dr. Uğurcan, "Zaman içinde bu hücrelerin fonksiyon ve yapılarını bozarak iş yapamaz hale gelmelerine neden olurlar. Virüsün hedef hücreleri olan bu beyaz kan hücrelerinin sayılarının da azalmasıyla AIDS denilen klasik klinik hastalık formu oluşur. AIDS kliniği gelişen hastalarda olağan şartlarda hastalık yapmayan fırsatçı enfeksiyonlar gelişerek ağır, hatta ölümcül seyreder, ayrıca tüm vücutta yaygın kanser türleri gelişebilmektedir. Tanı konulamayan ve bu nedenle tedavisi geciken hastalarda ise maalesef ölüm kaçınılmaz olacaktır. Virüsün vücut içinde doğal seyri yedi evrede incelenir. Bulaş sonrası akut dönemde sadece grip benzeri hafif semptomlar izlenirken, ilerleyen dönemlerde, bağışıklık sistemi hücrelerinin etkilenmesi sonucu, 1-8 yıl gibi geç bir sürede AIDS kliniği gelişecektir” dedi.

"Bir tek cinsel ilişki ile bulaşmıyor"
HIV virüsünün esas olarak cinsel yolla, kan ve kan ürünleriyle ve anneden bebeğe olmak üzere üç temel yolla bulaştığına dikkat çeken Yrd. Doç. Dr. Uğurcan, "Esas bulaşma yolu günümüz koşullarında korunmasız her türlü cinsel temasla olabilmektedir. Virüsü taşıyan kişiyle tek bir temas bile bulaşma için yeterlidir. Temas sayısı arttıkça bulaşma olasılığı da artacaktır. Birden fazla cinsel eşi olanlar, sık sık eş değiştirenler, erkekle cinsel temasa giren erkekler, damar içi uyuşturucu madde kullananlar, hemofili gibi kanama hastalığı olanlar, kronik böbrek hastalığı gibi çeşitli nedenlerle sık sık hazır kan alma ihtiyacı olan kişilerde cinsel yolla hastalığın bulaşma riski daha yüksektir. Oral, anal veya vajinal yolla yapılan cinsel temaslarda risk oranı değişse de en riskli temas anal cinsel ilişki olarak bilinmektedir" diye konuştu.

"Kan ve kan ürünleri verme öncesi HIV taraması yasal zorunluluktur"
Kan ve kan ürünleriyle bulaşmanın virüsün hasta kişilerin kanında çok yoğun oranda bulunması nedeniyle önemli bir bulaşma yolu olarak bilindiğini aktaran Yrd. Doç. Dr. Uğurcan, "Bu yüzden 1985 yılından itibaren kanda virüse karşı oluşan antikorlar test edilmeye başlanmış ve kan ürünleri diğer insanlara verilmeden önce HIV taraması yasal zorunluluk haline gelmiştir. Artık bu yolla bulaş günümüzde çok azalmıştır. Ancak halen damar içi madde bağımlılarında ortak enjektör kullanımı, kuaförlerde ortak sterilize edilmeyen manikür setleri ve jilet gibi aletlerin kullanılmasıyla da bulaş söz konusu olabilmektedir. HIV gebelik boyunca, doğum esnasında veya emzirme ile enfekte anneden çocuğuna bulaşabilmektedir. Ancak anneye HIV için ilaç başlanması, sezaryen ile doğum yapılması ve sonrasında bebeğe de ilaç başlanmasıyla çocukta enfeksiyon gelişme riski azalmaktadır. Hasta kişiler hastalığın her döneminde virüsü sağlam kişilere bu yollarla bulaştırabilirler" şeklinde konuştu.

Belirtiler nelerdir?
Hastalığın belirtileri hakkında da bilgi veren Yrd. Doç. Dr. Uğurcan, "AIDS kliniğine ait ilk bulgular hastada lenf bezelerinde üç aydan uzun süren tedaviyle düzelmeyen şişlikler, halsizlik, şiddetli baş ağrısı, hiçbir neden bağlı olmadan vücut ağırlığının yüzde 10’undan fazlasını kaybetmek, nedeni açıklanmayan ateş, bir aydan uzun süren şiddetli ishal, vücutta yaygın döküntü ve pullanma, ağız içinde uçuk ve mantar olarak sıralanabilir. İlerleyen dönemde ortalama 1-8 yıl içinde bağışıklık sisteminin çökmesiyle fırsatçı enfeksiyonlar ve kanserler görülmeye başlar. Hastalığın işte bu son basamağı AIDS dönemidir. Bu dönemde her türlü virüs, bakteri, mantar ve parazit enfeksiyonu kişide çok ağır seyreder, müdahale edilmezse ölümcüldür. Ayrıca sarkom, lenfoma gibi kanser türleri de sıkça izlenir. Bu dönemde, deri, sindirim sistemi, solunum sistemi, beyin, kan ve kemik iliği ile kalp gibi organlarda fırsatçı enfeksiyonlar izlenebilir" ifadelerini kullandı.

“Her hastalıkta olduğu gibi AIDS için de erken teşhis ve tedavi fayda sağlıyor”
HIV enfeksiyonunda virüsü ortadan kaldıran bir tedavi metodunun henüz olmadığını kaydeden Uğurcan, "Ancak virüsün çoğalmasını kontrol eden ilaçlar vardır. Bu ilaçların genel adı ’antiretroviral ilaçlar’, bu ilaçlarla yapılan tedavi de antiretroviral tedavidir. Tedavi ile HIV ile ilgili şikayetler başlayana kadar geçen sürenin uzadığı, bağışıklık sistemi hücre sayısının yükseldiği ve özellikle yoğun tedavi ile yaşam süresinin uzadığı tespit edilmiştir. Yani artık günümüz koşullarında HIV enfeksiyonu ölümcül değil, etkin tedavi ve yakın takiple kontrol altında tutulabilen, kişinin günlük aktivitelerini yerine getirebildiği, yaşam süresinin uzadığı, diyabet veya yüksek tansiyon gibi kronik bir hastalık kategorisine alınmıştır. Hastalığın son döneme gelmeden erken tanı alması, etkin tedavinin erken dönemde başlaması ve düzenli hekim kontrolleri ile sağkalım önemli ölçüde artmıştır. Tüm dünyada 1988 yılından bu yana HIV’in yayılımını ve HIV ile yaşayanlara yönelik ayrımcılıkları engellemek amacıyla 1 Aralık Dünya AIDS Günü’nde birçok kampanyalar, etkinlikler ve çalışmalar yürütülmektedir. Bu gün HIV’in yayılması ve AIDS hastalığının artışına karşın bilincin yükseltilmesi amacına adanmıştır" dedi.

“Etkin tedavi ile ölümler azalıyor”
Yrd. Doç. Dr. Uğurcan, hastalıkla etkin tedavi yapıldığı takdirde ölüm riskinin azaldığını ifade ederek, "2016 yılı BM güncel HIV/AIDS raporuna göre, halen tüm dünyada 160 ülkede HIV görülmektedir. Etkin tedavi ile ölümler yüzde 43 oranında azalmıştır. Ülkemizin de içinde olduğu Doğu Avrupa ve Ortadoğu ülkelerinde ise maalesef hasta sayısı öngörülenden çok daha fazla sayıda artmaktadır. Bunun en önemli nedeni AIDS hakkındaki bilgisizlik, korunmasız cinsel ilişkideki hızlı artış ve yeni olguların kendini saklaması olarak gösterilebilir. Etkili tedaviyi düzenli alan hastalarda ölüm riski oldukça düşüktür. Hastalığın hedefinde esas riskli yaş grubu 15-24 yaş arası gençlerdir. Bu yaş grubu tüm hastaların yüzde 25’ini oluşturmaktadır. Kadınlar bu hastalıktan daha çok etkilenmektedir, olguların yüzde 56’sı kadındır" diye konuştu.

"Dışlanma korkusu tedaviyi geciktiriyor"
Yrd. Doç. Dr. Uğurcan, HIV enfekte bireylerde toplumdan dışlanma veya görmezlikten gelinme, hastalığın saklanması veya son döneme kadar doktora başvurmama gibi nedenlerle AIDS ile savaşın büyük ölçüde sekteye uğradığını dile getirerek, "Uğurcan HIV virüsünün zaten doğal olarak zor tedavi edilen bir mikrop olmasının yanında hasta bireylerin sosyal hayatta arkadaş ortamından dışlanması, iş bulamaması veya işten olması hastalıkla mücadelede çıkmaza girmemize neden olmaktadır. Dünya genelinde her 10 enfekte bireyden dördü hastalığından dolayı işinden ayrılmaktadır. Özellikle sosyal medyanın kitlesel iletişimde ön plana çıktığı günümüzde geniş çaplı kampanyalarla ayırım yapılmaksızın halkın tümüne ulaşılabilmesi, cinsel eğitimin etkili yapılması, HIV enfekte bireylerin toplumdan dışlanmadan etkin tedavisinin yapılarak bulaşın önüne geçilmesiyle hastalık kontrol altına alınabilir" şeklinde konuştu.