TÜRKİYE'nin sivil toplum alanındaki en köklü kurumu olan Türk Eğitim Derneği'nin (TED) düşünce kuruluşu olan TEDMEM, 2018 yılında eğitim sisteminde yaşanan gelişmelerin değerlendirildiği 'Eğitim Değerlendirme Raporu'nu açıkladı.
Her yıl hazırlanan 'Eğitim Değerlendirme Raporu'nun bu yıl daha önceki yıllarda olduğu gibi eğitim sisteminde öne çıkan uygulama ve tartışma konularına ışık tutması ve eğitim göstergelerinin anlamlı bir akışta ele alınması amaçlanıyor. TEDMEM Raporu’nu diğerlerinden farklı kılan özelliği ise, uygulama alanlarındaki aksaklıkları görmesi, bu konularda uyarılarda bulunmanın yanı sıra çözüm önerileri getirmesi yönündedir.
2018 Eğitim Değerlendirme Raporu’nda; 'Yönetişim ve Finansman', 'Öğretmenlik ve Mesleki Süreç', 'Uluslararası Alanda Türkiye', ‘Temel Eğitim’, ‘Ortaöğretim’, ‘Mesleki Teknik Eğitim ve Din Öğretimi’, ‘Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri’, ‘Öğrenci Yönlendirme Sistemleri’, ‘Özel Öğretim’ olmak üzere 9 ana başlık yer alıyor. Raporda, Türk eğitim sisteminin genel bir profilini ortaya koyarken, paydaşlarının çalışmalarına destek olarak, çözüm önerileri üretmek hedefleniyor.
Türk eğitim sisteminde nitelik tartışması, öğrenci devamsızlıklarının gerçek nedenleri gibi konuların ele alındığı raporda, öğrencilerin okul odaklı eğitimden uzaklaştığına dikkat çekiliyor. Bu konuda TEDMEM, orta ve uzun vadede okulda öğrenme-öğretme süreçlerinin niteliğinin geliştirilmesi konusunda adım atılması gerektiğinin altını çizerken, Liselere Geçiş Sistemi’nde (LGS) sınava giriş zorunluluğunun kaldırılmasına karşın, her 100 öğrenciden 81’inin sınava girdiğini ve sınava giren öğrenci sayısında beklenen azalmanın gerçekleşmemiş olduğunu vurguluyor. 127 bin 480 kişilik boş kontenjan olmasına rağmen bazı okullara öğrencilerin gitmek istemediği gerçeğine dikkat çekilen raporda, tercih edilmeyen okulların merkezi yerleştirilmeye dâhil edilmesinin çelişki yarattığının da altı çiziliyor. Verilere dayalı analiz ve çözüm önerilerinin bulunduğu raporun bazı ana başlıkları şu şekildedir;
'KAYNAKLAR EĞİTİM HEDEFLERİNİN GERÇEKLEŞTİRİLMESİ İÇİN YETERLİ DEĞİLDİR'
2017 yılına göre, MEB bütçesinin merkezi yönetim bütçesi içindeki payının yaklaşık yüzde 1 azaltıldığı belirtilen raporda, “Yatırım ödeneğinin MEB bütçesi içindeki payı ise yüzde 8,36 olarak belirlenmiştir. Bu haliyle yatırıma ayrılan payın erişime yönelik fiziksel ve altyapı ihtiyaçlarının yanı sıra, niteliği artırmaya yönelik hedeflerin gereği olarak oluşacak harcamaları karşılama yeterliğinde olmadığı açıktır. Eğitime ayrılan kaynaklar Türkiye’nin üst politika belgelerindeki eğitim hedeflerinin gerçekleştirilmesi için yeterli değildir" denildi.
'ÖĞRETMEN AÇIĞI 4 YILDA KAPANABİLİR'
Öğretmen yetiştirmede arz-talep dengesizliği devam ettiği ifade edilen raporda, "MEB, 2018 yılında toplam öğretmen ihtiyacını 97 bin 31 olarak ifade etmiştir. Oysa sadece Eğitim-Eğitim Bilimleri Fakültelerinde öğrenim gören öğrenci sayısı 217 bin 645’tir. Bununla birlikte, Pedagojik Formasyon Eğitimi Sertifika Programı kontenjanlarının belirlenmesi üniversitelere bırakıldığından bu yana, her yıl 50 binin üzerinde kişinin bu eğitimleri aldığı tahmin edilmektedir. Türkiye’nin öğretmen olarak atanabilecek durumda olan mezunlarla, halen öğretmen yetiştirme programlarında öğrenim gören sayının toplamı kadar öğretmeni önümüzdeki 10 yıl içinde bile ataması mümkün olmayacaktır. Ancak, bu ihtiyaç önceki atama bantlarına erişilmesi halinde iki yılda 25 bin bandında devam ederse 4 yılda kapatılacak bir ihtiyaçtır" denildi.
'MEVCUT ÖĞRETMEN KADROLARI ETKİN KULLANILAMAMAKTADIR'
Bazı bölgelerde önemli sayıda öğretmen fazlası bulunurken, bazı bölgelerde öğretmen açığı bulunduğu belirtilen raporda, "Ankara’da norm kadro sayısı 53 bin 36 iken, öğretmen sayısı 53 bin 606’dır. Ancak dengesiz dağılım sebebiyle Ankara’da 5 bin 739 öğretmen norm fazlasıdır. Diğer yandan ihtiyaç duyulan öğretmen sayısı ise 5 bin 169’dur. Öğretmen dağılımındaki dengesizlikleri ortadan kaldıracak bir atama ve yer değiştirme sistemi geliştirilmelidir" denildi.
‘ÜCRETLİ ÖĞRETMENLİK UYGULAMASINA SON VERİLMELİDİR’
Raporda, “Sistemdeki ücretli öğretmen sayısı yaklaşık 92 bin olarak tahmin edilmektedir. İki yıllık meslek yüksekokulu mezunlarının sınıf öğretmeni, branş öğretmeni ve hatta özel yetkinlikler ve hassasiyetler gerektiren özel eğitim (zihinsel-görme-işitme) öğretmenleri olarak görevlendirilmesinin hiçbir makul açıklaması bulunmamaktadır” denildi.
‘ÖĞRETMENLİK MESLEK KANUNU TARTIŞMALARI 3600 İLE SINIRLI KALDI’
2023 Eğitim Vizyonu belgesinin kamuoyuyla paylaşıldıktan sonra öğretmenlerle ilgili en çok gündem oluşturan hedef de ‘Öğretmenlik Meslek Kanunu'nun hazırlanması ile ilgili hedef olunduğu ifade edilen raporda, “Bunun en önemli sebeplerinden biri öğretmenlik mesleği ile ilgili bütüncül bir yasal düzenlemeye duyulan ihtiyaç konusunda toplumsal mutabakatın çok öncesinde sağlanmış olmasıdır. Vizyon belgesinde öğretmenlerin ihtiyaçlarına cevap verecek bir meslek kanununun hazırlanmasının hedef olarak belirlenmesi oldukça önemlidir. Ancak, Cumhurbaşkanlığı İkinci 100 Günlük İcraat Programı’nda öğretmenlerle ilgili belirlenen hedeflerden birinin “Öğretmenlerin ek göstergelerinin 3600’e yükseltilmesi” olarak ifade edilmesiyle kamuoyunda öğretmenlik meslek kanunu ile ilgili gerçekleştirilen tartışmalar ek gösterge tartışmaları sınırlılığında kalmıştır” denildi.
‘DEVAMSIZLIK NEDENİ SINAV KAYGISI’
PISA uygulamasının yapıldığı tarihten önceki iki hafta içinde tam gün devamsızlık yapan öğrenci oranının 2015 yılında OECD ortalamasında yüzde 20 iken, Türkiye’de yüzde 47 olduğu ifade edilen raporda, “Bu oran Türkiye’nin 53 ülke arasında devamsızlığın en yüksek olduğu 6. ülke olduğunu göstermiştir. Üniversite sınavına hazırlık için yapılan devamsızlıklar da önemli bir sorun alanıdır. Sınava hazırlanan 12’nci sınıf öğrencilerinin birçoğu geçmişten bu yana özürlü ve özürsüz devamsızlık haklarını sonuna kadar kullanmakta ve devamsızlık yaptıkları süre içinde dershane, kurs veya özel ders gibi okul dışı kaynaklara yönelmektedir. 12’nci sınıflar için geçmiş yıllarda devamsızlık haklarının arttırılması ve 2018 yılında da getirilen devamsızlık afları gibi uygulamalar, öğrencilerin devamsızlık konusunda daha rahat davranmasına sebep olmuş, okul dışı kaynaklara yönelmeyi de dolaylı olarak desteklemiştir. Bu uygulamalar soruna çözüm olmaktansa devamsızlık yapmaya teşvik edici bir nitelik taşıyarak durumu daha da karmaşıklaştırmaktadır. Getirilecek tek çözüm öğrencilerin üniversite sınavı için okul dışı zamana ihtiyaç duymaması ve okul dışı kaynaklara yönelmesinin önlenmesidir. Gelecek kaygısı ile yapılan devamsızlıkların ötesinde, ailevi ve ekonomik sorunlar nedeniyle geleceğini planlayamayan da pek çok öğrenci bulunmaktadır” denildi.
ÖĞRENCİLER LGS’DEN VAZGEÇMİYOR
Liselere Geçiş Sistemi (LGS) uygulamasının ilk yılında, sınava girme zorunluluğunun kaldırılmasına rağmen, sınava giren öğrenci sayısında beklenen azalmanın gerçekleşmediği belirtilen raporda, “Toplam kontenjanın yüzde 10’una sınav sonucuna göre yerleştirilme yapılması öngörülürken, öğrencilerin yüzde 81,46’sının yani her 100 öğrenciden 81’inin sınava girmiş olması ortaöğretime geçiş sürecindeki temel sorunlarla açıklanabilir. Kontenjanı boş kalacak kadar tercih edilmeyen bir ortaöğretim kurumuna sınavla öğrenci almak, en iyimser değerlendirmede dahi, gerçekçi olmayan, gereksiz bir rekabet ortamı ve sınav odağı oluşturmak anlamına gelmektedir” denildi.
‘BAKANLIĞIN DESTEKLEME PROGRAMI OLUMLU’
Gelir gruplarına göre eğitim hizmetlerine yapılan harcama dağılımındaki uçurumun, alt gelir gruplarındakilerin eğitiminin desteklenmesini zorunlu kılmakta olduğu açıklanan raporda, “2017 yılı verilerine göre eğitim için yapılan özel harcamaların yaklaşık yüzde 66’s üst yüzde 20’lik gelir diliminde olanlar tarafından yapılmaktadır. En alt yüzde %20’lik gelir grubunun yaptığı harcamaları toplam özel harcamalar içindeki payı ise yüzde 2,8; ikinci yüzde yüzde 20’lik gelir grubundakilerin payı ise yüzde 5,2’dir. Bakanlığın eğitim ve öğretim desteklerini kademeli olarak kaldırmakla ve bu destekleri dezavantajlı durumdaki okulların nicel ve nitel gelişimine yönlendirmekle ilgili yaklaşımı, eğitim ve öğretim desteklerini gündeme getiren süreç bir bütün olarak ele alındığında oldukça olumlu bir değişim olarak değerlendirilebilir” denildi.
‘ÜNİVERSİTELİ İŞSİZ SAYISI LİSE MEZUNU OLMAYANLARDAN FAZLA’
‘Bir Bakışta Eğitim 2018’ (OECD) raporuna göre Türkiye’de 25-34 yaş aralığındaki genç yetişkinlerin neredeyse yarısının ortaöğretim mezunu olmadığı ifade edilen raporda, “Her ne kadar bu oran son yıllarda azalmış olsa da hâlâ diğer ülkelere kıyasla çok yüksektir. 25-34 yaş aralığında olup üniversite mezunu olanların oranı ise son 10 yılda neredeyse ikiye katlanarak yüzde 32 olmuştur. Ancak işsizlik oranları incelendiğinde, Türkiye’de yükseköğretim mezunlarının işsizlik oranının (yüzde 13,1), eğitim düzeyi ortaöğretimin altında olan yetişkinlerin işsizlik oranından (yüzde 11,7) daha yüksek oluşu dikkat çekmektedir” denildi.
‘ANNENİN EĞİTİMİ ÇOCUĞU ETKİLİYOR’
Anne babanın eğitim düzeyi ile merkezi sınav puanı ile yerleştirilen öğrencilerin sınav puanları arasındaki ilişkinin de incelendiği raporda, “Annelerin eğitim düzeylerinin ilkokul olan öğrencilerin sınav puan ortalaması 329,38 iken, annesi ortaokul mezunu olanların ortalaması 336,30, lise mezunu olanların 354,99 lisans mezunu olanların 383,17 ve lisansüstü olanların ise 390,13’tür. Annesi ilkokul mezunu olan öğrencilerle annesi lisansüstü düzeyde eğitim görmüş öğrencilerin merkezi sınav puanları arasında yaklaşık 62 puanlık bir fark söz konusudur. Annelerin eğitim düzeyine benzer şekilde öğrencilerin babalarının eğitim düzeyi arttıkça merkezi sınav puanları da artış göstermektedir” ifadeleri kullanıldı.