Bizler hak ve hakikat değerlerine sımsıkı bağlı yaşayınca; değerli, önemli, iyi, güzel, yararlı, onurlu, dürüst, ilmi bir yaşayışa sahip oluruz. Biz Kur’ân ve sünneti; ilmi anlayışla esas alarak yaşamalıyız. İlmin, irfanın, irşadın, feyzin, hak ve hakikatin tüm değerlerine sahip olarak yaşamalıyız. Çağın gelişiminin önünde olmalıyız. Biz istersek, tüm hedeflere ulaşmamız mümkündür. Ama biz kendimiz olmalıyız. Başkalarını taklit etmemeliyiz. Hak mümin hakiki Müslüman olarak yaşamalıyız. İmam Rabbani Hazretleri ra. Diyor ki: “ Kâfirlere, münafıklara, müşriklere, zalimlere benzemeyiniz. Onların adet, örf, gelenek, göreneklerine uymayınız. Günlerini kutlamayınız. Hinduların bayram günlerine, ateşe tapanların Nevruz günlerine, Hristiyanların Noel gecelerine, Yahudilerin Paskalyalarına sevgi, saygı gösterip; kutlama yapmayınız. Onların adetlerini, onlar gibi yapmak şirk olur. Küfre sebep olur. Kâfirlerin bayramlarını, Müslüman cahiller aynen yapıyor. Bu günleri Müslüman bayramı zannediyor. Kâfirler gibi davranıyorlar. Onlar gibi davranıyorlar. O geceleri başka gecelerden ayırt ediyorlar. Bunlar şirktir, küfürdür, batıldır. Müslümanların yapmaması gereken İslam dışı hareketlerdir.” Al-i İmran suresi 19. Ayet meali: “ Allah katında din şüphesiz İslamiyet’tir.” Peygamberimiz sas. Buyuruluyor: “ Kime benzerseniz, ondansınız.” Hazreti Ali ra. Diyor ki: “ Çalışanlar, kötülük düşünmeye vakit bulamazlar. Tembeller ise, kendilerini kötülükten kurtaramazlar.” Mevlana KS. Diyor ki: “Ey Müslüman! Edep nedir, diye arar, sorarsan, bil ki, edep; edepsizin edepsizliğine sabır ve tahammül etmektir.” Hasan Basri K.S. diyor ki: “ Ey İnsanoğlu! Sen imanın hakikatini ancak, sende bulunan bir ayıptan dolayı, halkı ayıplamayı terk ettikten sonra elde edebilirsin.” Peygamberimiz sas. Buyuruyor: “ … Kul başkalarının kusurlarını affettikçe, Allah da onun şerefini- onurunu artırır…” Âlemlerin Rabbi Yüce Allah cc. ayet-i kerimede mealen şöyle buyuruyor: “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizle tanışasınız diye sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı sorumluluklarını en iyi yerine getireninizdir. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla bilendir, her şeyden hakkıyla haberdardır.” Hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyuruyor: “Allah sizin görünüşlerinize ve mallarınıza bakmaz, kalplerinize ve davranışlarınıza bakar.” İnsan, yeryüzünün en değerli varlığıdır. Onun bu değeri, dış görünüşünde, malında, mülkünde, şan ve şöhretinde değildir. İnsanın, vahye muhatap olan bir aklı vardır. İyiyi kötüden, hakkı batıldan ayırabilen, bir iradesi vardır. Sevgi, şefkat ve merhamet gibi güzel duygularla donatılması gereken bir kalbi, beyni vardır. İşte insan, aklını, iradesini ve kalbini, imanın, ibadetlerin ve ahlakın güzellikleriyle donatırsa, değerine değer katar, Olgun bir insan olur. İnsanlık, saygınlığını ve gerçek değerini Peygamber Efendimiz (sas)’den öğrenmiştir. O, hiç kimseyi, dış görünüşüne, malına ve mülküne, makam ve mevkiine göre değerlendirmemiştir. İnsan olması hasebiyle herkese değer vermiş; sevgi, saygı, şefkat ve merhametle davranmıştır. Allah Resulü (sas) insanları engelli ya da engelsiz diye ayırmamıştır. Engelleri sebebiyle hiç kimseyi dışlamamıştır. Farklı engel gruplarında yer alan sahibelere yakın ilgi göstermiş, her daim destek olmuştur. Birikim ve yeteneklerine göre önemli görevler vermiş, onları topluma kazandırmaya çalışmıştır. Dinimize göre engellilik; görememek, konuşamamak, yürüyememek değildir. Asıl engellilik, hakkı duymamaktır. Hakikati görmemektir. Doğruyu söylememektir. Kişinin kalbini imandan, gönlünü İslam’dan, söz ve davranışlarını güzel ahlaktan yoksun bırakmasıdır. İmkânlarını Allah’ın rızası ve insanlığın faydası için kullanmamasıdır. Samimiyetini riyakârlığa- gösterişe feda etmesidir. Hâsılı asıl engellilik; insanın, kendi eliyle değerini yitirmesidir. Yüce Allah cc. Kur’an-ı Kerim’de; “…Onların, kalpleri vardır ama hakkı anlamazlar; gözleri vardır ama gerçeği görmezler; kulakları vardır ama hakikati işitmezler…” İnanç, azim ve gayret hiçbir engel tanımaz. Önemli olan birbirimize engel çıkarmamak, hayatı- yaşamı birbirimize zorlaştırmamaktır. Engelli kardeşlerimizin ve ailelerinin hayat mücadelesinde yanlarında olmaktır. Onları ziyaret ederek, hal ve hatırlarını sormak, dualarını almaktır. Kendilerine içten ve samimi davranmaktır. Onlara karşı komşuluk ve insani görevlerimizi yerine getirmektir. Çalışmalarını ve üretmelerini zorlaştıran bütün engelleri ortadan kaldırmaktır. Yollarımızı, sokaklarımızı, binalarımızı ve hayatın her alanını onların kullanabileceği şekilde planlamaktır. Peygamber Efendimiz (sas)’in şu hadis-i şerifini kendimize şiar edinmektir: “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın! Müjdeleyin, nefret ettirmeyiniz.” Bir gün Mescidi-i Nebevi ’de birkaç sahabe sohbet ediyordu. Cahiliyeden kalma bir anlayışla birbirlerine karşı ırkçılık ve kabilecilik yarışı içerisine girmişlerdi. İçlerinden biri Peygamber Efendimiz (sas)’in çok değer verdiği İran asıllı Selman-ı Fârisî’ye imalı bir şekilde “Sen hangi kabiledensin, soyun nedir?” diye sordu. Bunun üzerine Selman (r.a), “Ben, İslam’ın oğlu Selman’ım.” dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü: “Ben yolumu kaybetmiştim; Allah, beni Peygamberimiz (sas) ile hidayete- doğruluğa erdirdi. Ben fakirdim; Allah, beni Muhammed Mustafa (sas) ile zenginleştirdi. Ben köleydim; Allah, beni Resulü ile özgürleştirdi.” Bu konuşmalara tanık olan Hz. Ömer, orada bulunanlara; “Benim de soyumu öğrenmek ister misiniz?” diye sordu ve şöyle söyledi: “Ben de İslam’ın oğlu Ömer’im, İslam’ın oğlu Selman’ın kardeşiyim.” Nice ibretlerle dolu bu olay, bize şunları öğretmektedir: “Üstünlük ne soyda ne ırktadır. Gerçek üstünlük, Allah’a layıkıyla kul olmaktır. Hakiki izzet, İslam ile şeref- onur bulmaktır. Asıl kardeşlik, ümmet bilinciyle hareket etmektir.” Ümmet-i Muhammed olmak, “Doğrusu ümmetiniz, tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse bana ibadet edin.” Ayetine uyarak, tevhide dayalı, İslam inancına sarılmaktır. Zalimlere karşı vahdete- birliğe dayalı iman kardeşliğini kuşanmaktır. Peygamberimizin ümmeti olmak, “Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten menedersiniz ve Allah’a inanırsınız…” ayeti gereğince; hakkın önderliğini, hakikatin rehberliğini- kılavuzluğunu yapmaktır. Adaleti ve iyiliği bütün insanlara ulaştırmak, zulmü ve kötülüğü ortadan kaldırmak için gayret göstermektir. Allah Resulü (sas)’in ümmeti olmak, tek yürek, tek vücut olmaktır. Mümin kardeşimizi düşmanın insafına terk etmemektir. Onu yalnız ve çaresiz bırakmamaktır. Peygamber Efendimiz (sas)’in; “Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmana teslim etmez…” hadisini hayatımızın her alanında şiar edinmektir. Birlik ve beraberlik içerisinde olması gereken ümmet, ne yazık ki, bugün parçalanmış durumdadır. Fitne, fesat- bozukluk ve tefrika- ayrımcılık ateşiyle yanmaktadır. Dünyanın farklı bölgelerinde Müslümanlar, ayrımcılık, ötekileştirme ve türlü baskılara uğramaktadır. Hak ve hukuk tanımayan zalimler, ümmet-i Muhammed’in bu dağınıklığından cesaret bulmaktadır. Kin ve nefretten beslenen caniler, dünyanın gözü önünde Müslümanlara hayâsızca saldırmaktadır. Ümmetin sessizliğinden güç alan katiller, Filistin’de kadın, erkek, yaşlı, bebek ayrımı gözetmeden masumların üzerine zalimce bombalar yağdırmaktadır. Bununla da yetinmeyen insafsızlar, insani yardımlara engel olmakta, mazlumları bir lokma ekmekten, bir yudum sudan yoksun bırakmaktadır. Sözde insan hakları savunucuları ise, İslam beldelerindeki katliam ve soykırımlara göz yumarak, insani değerlerin ayaklar altına alınmasına ses çıkarmayarak, zalimlere destek olmaktadır. Her türlü ihtilafı ve farklılığı bir kenara bırakarak, İslam kardeşliğini esas alalım. İnancımız, ibadetlerimiz, ahlakımız, bütün söz ve davranışlarımızla dinimizi en güzel şekilde temsil edelim. Ümmet olma bilincimizi her daim diri tutalım. İmanımızdan aldığımız gücümüzü, İslam’dan aldığımız izzetimizi, kardeşliğimizden aldığımız kuvvetimizi koruyalım. İşte o zaman ümmet coğrafyamız, zalimlerin zulmünden, hainlerin ihanetinden kurtulacaktır. Garipler sevinecek, yetimlerin yüzü gülecek, çaresizler çare bulacaktır. Allah Resulü (sas)’in ümmet olma sorumluluğunu hatırlatan şu hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor: “Birbirinizle üstünlük yarışı içine girmeyin. Birbirinize haset- kıskanma- çekememezlik etmeyin. Birbirinize kin beslemeyin. Birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun! Ey Müslüman! Batıl Batı’nın baskın ve yaygın kültürüne aldanmayınız. Onlar güçlerini küfür, batıl olan inanışlarının yayılması için kullanıyorlar. Bunda beceriklidirler. Senin hak, hakikat olan inancını kötü, yaramaz gösteriyorlar. Kendi alçaklıklarını, düşüklüklerini, canavarlıklarını allayıp, pullayarak, pazarlıyorlar. Beyinleri kirletiyorlar. Kalpleri katılaştırıyorlar. İnsanlıktan çıkarıyorlar. Kendilerinde hiç olmayan; insan hakları, özgürlük, demokrasi, hukuk, evrensel anlayış gibi değerleri aldatmak için kullanıyorlar. Onlar kendinden olmayanlara karşı birer katliamcı, soykırımcı katildir. Seri katildirler. Hem katlederler, soykırım yaparlar; hem başkalarını suçlarlar. Bugün kendini Müslüman kabul edenlerin çok büyük çoğunluğu, bu zalim katliamcı katillerin etkisi altındadır. Batıl ise sana değer vermez. Seni kullanmak, tuzağa düşürmek için her boyaya girer, girmektedirler. İçlerinde insaflı, vicdanlı kişilerde vardır. Toptancı yaklaşmak doğru değildir. bunun için hiçbir zaman genelleme yapmayız. Biz insan mıdır, değil midir, ona bakarız. Öyle değerlendirme yaparız. Bunlar hem katliam yaparlar. Hem de katlettiklerini suçlarlar. 1915 tehcir- zorunlu göç olayı da bunlardan biridir. 1915 de Ermeniler, Anadolu’nun Müslüman halklarından 510 bin Müslümanı acımasızca, işgalci düşmanların kışkırtması ile katlettiler. Bu katlettikleri 510 bin kişinin kimlikleri bugünde bellidir. Bu olayı 1923 Ermeni Taşnak Kongresinde bir Ermeni bilge Vohannes Kacanuni şöyle anlatıyor: “ Bizi Türklere karşı kışkırtıp, vaatlerde bulundular. Hazar Denizinden, Karadeniz’e kadar olan bölge sizin olacak dediler. Ayaklandırdılar. Müslüman Türklere karşı silahlandırdılar, yönettiler, yönlendirdiler. Olayların sebebi tam bizleriz. Aldatıldık. Türklerin uyguladıkları tehcir amaca uygundur. Kendi dışımızda suçlu aramayalım. Yüzlerce yıl birlikte yaşadığımız Türkleri arkasından, sırtından vurduk. Türklere bakacak yüzümüz kalmamıştır.” Bugün Siyonist Yahudi katliamcıları da kışkırtıp, destekleyip, Müslüman katlettirmektedirler. Bu zalim kâfirlerin baskısından, etkisinden kurtulmak için samimi bilge hakiki Müslüman olmak gerekir. O zaman hem bu zalim katillere inanmayız. Hem de ezilmeyiz. Bizler, biz olmalıyız. Başkalarının bozuk, küfür, batıl inanışlarına, düşüncelerine, yalanlarına aldanıp, kanmamalıyız. Bilge takva Müslüman olmalıyız. Başka kurtuluşu yolumuz yoktur. Doğru, gerçek ilmi eserler okumalı, dinlemeli, öğrenmeli. Kendimizi yanlışa, hataya, kusur yapmaya alıştırmamalıyız. İslam dışı her inanış batıldır, küfürdür, şirktir. Bunu asla unutmamalı. Vücut organlarını, bölümlerini doğru kullanmalı. İslam’a zıt- ters kullanmamalı. Gönülde asla kırmamalı. Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın bizleri niçin, neden, niye yarattığını yine İslam dininden öğrenmeli. Kendimizi ve neslimizi batıldan, küfürden korumalı. İstikamet hak ve hakikat üzere, İslam üzere olmalı. Kur’ân ve sünnet, ilim ve bilim üzere olmalı. sapıtıp, sapmamalı. Şaşırıp, kaçık olmamalı. Kendi değerlerimizi, dinamiklerimizi kendimiz ve başkaları için kullanmalı. Diğerkâm olmalı.