Türkiye’nin Doğu Anadolu istisna, Karadeniz Bölgesi dışındaki her bölgeye az veya çok kar yağdı. Bu yıl Karadeniz Bölgemiz başta, Rize ve Trabzon illerimiz sadece geçen Aralık ayının ortalarında iki günlük kar yağışı sonucu sahillerde 10 cm’lik karı görmüş olduk.



Kar öyle bir gitti, kışın ortasında olmamıza rağmen şimdilik bir daha görülmedi. Diyoruz’ ya “Hikmetinden sual olunmaz” Ocak ayının sonuna yaklaşıyoruz kar yok. Gündüz sıcaklıklar belli bir saate kadar bahar havasında geçiyor. Rize ve Trabzon illeri başta olmak üzere, sıcaklıklar haftalardır 10-12-16 derecelerde seyrediyor. Bu hava şartlarında, bu bölgede yaşayanlar başta yakıt tüketimi ve enerji sarfiyatı acısından çok güzel günler geçiriyoruz. Fakat kar yağmayınca her ne kadar her gün güneşi belli aralıklarla görsek de, gün ortasında soğukluk derecesi bir hayli yükselmektedir.



Burada anlatmak istediğim bu oynar, gezer değişken iklim şartlarında, mikrobik hastalıklar ve bilhassa üst solunum yolu hastalıkları yaygınlaşmakta, bilhassa küçük çocukları ve yaşlıları yatağa ve doktora düşürmektedir. Bir haftadır bendenizde bilmediğim her hangi bir ortamdan bir mikrop kaparak bir haftadır ateş içeresinde ve solunum yollarımda meydana gelen yutkunamama ve öksürememe rahatsızlığım devam etmektedir.



 Her ne kadar bitkisel ve doğal ürünler başta olmak üzere, herkesin tavsiyesine uyarak şifa niyetiyle her önerileni tüketmeye devam ediyorum. derler ya, “Atın ölümü arpadan olsun”.

O nedenle yaşadığınız ve çalıştığınız ortamlardan kaynaklanan mikrop bulaşmasıyla meydana gelen bu rahatsızlığım üzerine, Mikrobun nasıl bir şey olduğu keşfine çıktım. Bu yazımı böylece konu başlığı yapmış oldum. Bu gibi hastalıkların zamana göre değişim göstermesinde çevresel faktörler de rol oynamaktadır. Kalabalık ve iyi havalandırılmayan kapalı alanların kullanımı soğuk havalarda arttığı için özellikle kışları artan bir oranda görülmektedir.



Tıp mesleği, Hipokrat'tan Louis Pasteur'e kadar, bulaşıcı hastalıkların nedeni konusunda neredeyse tamamen yanlış fikirlere bağlı kalmıştı. Hacamat, hastayı zorla kusturma ve gizemli kocakarı ilaçları başlıca çareler arasındaydı. Genellikle ameliyat lekeleriyle dolu kasap önlükleri giyen cerrahlar farkına varmadan bir hastadan bir diğerine hastalık bulaştırıyordu. Ardından mikrop devrimi geldi. Yirmi yıllık bilimsel ustalık, sıra dışı entelektüel cesaret ve amansız kişisel çekişmenin ardından doktorlar sonunda hastalıklara mikroskobik organizmaların yol açtığını fark ettiler. Tıp düşünce tarihinde belki de en büyük ilerleme olan mikrobun keşfi, doğrudan doğruya güvenli ameliyatlara, geniş çaplı aşı seferberliklerine, hijyen ve sanitasyon alanında çarpıcı iyileştirmelere ve süt ürünlerinin pastörizasyonuna önayak olmuştur.



Hepsinden de öte, bu gelişme günümüzde birçoğumuzun hayatını borçlu olduğu antibiyotik ilaçların ortaya çıkışına zemin hazırlamıştır. John Waller, bu kitapta, hastalığa bakış açımızı köklü bir şekilde değiştiren tıp tarihindeki bu yirmi yılının içyüzünü sürükleyici bir dille anlatmaktadır.