Kendin Kalma Mücadelesi Anonim Şirketi

"Amerikalı şair Edvard Estlin Cummings şöyle der; Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan dünyada, kendin olarak kalabilmek, dünyanın en zor savaşını vermek demektir. Bu savaş bir başladı mı, artık hiç bitmez!.."

Abone Ol

Eskiden insanlar kendileri gibi olmak için çabalardı; şimdi kendileri olabilmek için bankadan kredi çekiyorlar. Çünkü dünyamız büyüdükçe küçülüyor, küçüldükçe tek tipe sığıştırılmaya çalışıyor; tıpkı bütün terzilerin anlaşmış gibi herkese aynı modeli diktiği bir konfeksiyon cumhuriyeti sanki.

Tabii bu modelin adı da var: “Kendin Gibi Olma Engelleyici Tam Oturan Extra Slim Fit Kişilik.”
Giyen çıkartamıyor. Çıkarmaya çalışanı da toplumun modacıları hemen yanına çağırıyor:

— Sen böyle olmazsın, sana şu yakışır.
— Ama ben o değilim ki…
— Olsun, yeter ki yakışsın!

İşte insanın kendisiyle arasındaki savaş böyle başlıyor. Önce bir küçük düğme kopuyor; sonra fermuar bozuluyor; derken bir bakıyorsun kişi ortada yok, yerine toplumun kalıp makinesinden çıkmış yepyeni bir “başkası” gelmiş.

Geçen gün mahalledeki manavın çırağıyla konuşuyorum. Çocuk, iyi çocuk; biraz saf, biraz temiz. “Ne olacaksın büyüyünce?” dedim.
“Abi,” dedi, “normal olmak istiyorum.”

Bu cevabı duyunca oturdum kasanın üzerine, düşündüm. Vay be! Normal olmak için de artık karar, çaba, plan program gerekiyormuş. Eskiden insan zaten normal olurdu; şimdi normal olabilmek için en az iki sene halkla ilişkiler eğitimi, üç sene de toplumun beğeni kıskacı altında staj yapmak lazım.

Düşündüm sonra: Bu çırak doğru söylüyor. İnsan kendisi olabilmek için bir ömür savaşıyor, başkası olmak içinse sadece bir dakikalık onay yetiyor. O bir dakika yok mu o bir dakika… İnsanlığın tüm yokuşlarını düz ediyor, tüm virajlarını kesiyor. Ne çok ihanet o bir dakikaya sığdı da haberimiz olmadı!

Sokakta yürürken görüyorum; herkes kendi içine sığınmış, ama o iç de dışarıdan gelen talimatlarla döşenmiş. Kimsenin koltuğu kendine göre değil, kimsenin masası kendi boyunda değil. Hepimiz başka birinin tasarladığı bir evin misafir odasında yaşıyoruz. Ev bizim ama anahtar başkasında.

Bir de şu var tabii: Kendin olma savaşını ilan edince millet seni bir tuhaf karşılıyor. “Ne gerek var kardeşim?” diyorlar. “Akıntıya aykırı yüzersen su yorar.” Eh, haklılar. Akıntıya kapılıp gitmek hem kolay hem bedava. Ama insan hiç olmazsa boğulacağı suyu kendi seçmek ister be kardeşim!

Ben bu savaşı yıllar önce açtım; hâlâ kaybediyorum. Çünkü karşımda koskoca bir Kendin Kalma Mücadelesi Anonim Şirketi var. Departmanları da şöyle:

Benzetme ve Kalıba Sıkıştırma Müdürlüğü,

Aynılaştırma ve Standartlaştırma Dairesi,

Ne Diyecekler Başkanlığı,

Bir de en tehlikelisi: Kendini Beğendirmeler Müsteşarlığı.


Her sabah bunlarla toplantı yapıyoruz. Onlar beni değiştirmeye çalışıyor, ben de kendimi kendime iade etmeye çalışıyorum. Şimdiye kadar kimin kazandığı belli değil ama savaş sürüyor.

Çünkü insanın kendisi olarak kalabilmesi, dünyanın en eski mesleğidir; aynı zamanda en zorudur. Bir kere başladın mı da emekliliği yoktur.

Ama olsun. Kendin olmanın emekliliği yoksa, başkası olmanın da maaşı yok!

Ben yine de kendi payıma bir umut saklıyorum: Belki bir gün hepimiz kendimize döneriz. En azından dönüş yolu bellidir:
Sokağı geç, kalabalığı aş, aynaya bak — işte orada duruyor.

Yeter ki o aynadaki yüzün, başkasının ısmarlama suratı olmaya karar vermediği bir an bul. O bir anı yakaladın mı savaşın da zaferin de senindir.

Zira kendin olmak, belki de günümüzün en büyük sivil direnişidir.
Ama öyle sokakta pankart taşıyan, megafonla bağıran türden değil; daha sessiz, daha inatçı, daha derinden gelen bir direniş… Kişi bazen kimse duymasın diye kendi içine sakladığı bir isyanla başlatır bunu. Herkesin sevdiğini sevmemek, herkesin giydiğini giymemek, herkesin övdüğünü övmemek bile bir direniş eylemidir aslında. Bir bakarsın, kalabalığın yürüdüğü yoldan bir adım yana kaymışsındır — kimse fark etmez, ama o küçücük yan adım bile görünmez bir protesto gibidir. Çünkü kendin olmayı seçtiğin her an, seni benzetmeye çalışan o görünmez “üst kurullara” karşı sessiz bir itiraz dilekçesi verirsin. Kabul edilir mi? Bilinmez. Ama asıl mesele dilekçeyi vermeye cesaret etmektir.

Farkı, farklı olanlar fark eder.

Kalemine sağlık Aydın. Yazdıkca yazdırıyor.