Türkiye’yi Lozan’da Temsil Edenler Arasında Yer Aldı
Rize Pazar’lı Ahmet Muhtar Çilli Lozan’da Türkiye’yi temsil etti.
“Hicaz Demir Yolları’nı yapan Rizeli Türk” olarak tarihe adını yazdırdı. Lozan Barış Konferansı’nın birinci dönem çalışmalarına katılan TBMM temsilcilerindendi. Uluslararası pek çok başarıya imza atan Ahmet Muhtar Çilli ile ilgili bilgilere ulaşmak için akrabası olan ve bir dönem İETT Genel Müdürlüğü görevini vekâleten yürütmüş olan Yalçın Kaya Çilli’den yardım istedik.
 
Ahmet Muhtar Çilli; 1871 yılında Rize Pazar Sivrikale köyünde doğdu. Babası İbrahim Bey, annesi Ayşe Hanım’dır. 1885 yılında İstanbul Yüksek Mühendis Okulu’ndan mezun oldu. 26 Haziran 1896 tarihinde İzmir-Kasaba Demiryolu hattına tamirat mühendisi olarak atandı. 1900 yılında Hicaz Demiryolu mühendisliğine, 15 Kasım 1909 tarihinde Bayındırlık Bakanlığı Demiryolları Genel Müdürlüğü’ne, daha sonra Hicaz Demiryolları Genel Müdürlüğü’ne atandı. 1914 yılında Bayındırlık Bakanlığı Müsteşarlığı’na yükseldi. 1920 yılı başında Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na Trabzon’dan mebus seçildi ve müsteşarlığı bıraktı. Meclisi Mebusan’ın dağılmasından sonra bir süre açıkta kaldı. 1921’de Bayındırlık Bakanlığı’nca Doğu Anadolu Demiryolları İstikşaf ve İnşaat Baş Mühendisliği’ne getirildi. Bu görevde iken, TBMM’nin ikinci dönem seçimlerine katıldı. 15 Ağustos 1923 tarihinde yapılan seçimde 561 oy alarak Trabzon’dan milletvekili seçildi. Mazbatası 19.08.1923 tarihinde onaylandı. Muvazenet Maliye, Nafıa ve Divanı Muhasebat Komisyonları’nda çalıştı. Bayındırlık Komisyonu Başkanlığı’na ve Divanı Muhasebat Komisyonu Kâtipliği’ne seçildi. 16 Ekim 1923 tarihinde Bayındırlık Bakanlığı’na seçildi. Rusya ile yapılan Ticaret ve Konsolosluk Sözleşmesi görüşmelerine Bakanlar Kurulu’nca delege atandı. 12 Kasım 1923-28 Ocak 1924 tarihleri arasında Bayındırlık Bakanlığı yaptı. Beyoğlu ve Üsküdar vilayetlerinin kaza olması, Trabzon-Erzurum Demiryolu‘nun yapımı, Zaptiye Nizamnamesi, Hidemat-ı Vataniye ve Trabzon - Rize illerine ithal olunacak mısır konularında kanun teklifleri verdi. Değişik konularda altı önergesi; genel kurulda yetmiş sekiz değişik konuda, iki yüz bir konuşması; Ankara Şehremaneti Fen Heyeti’nin istifa nedeni; Dârül Muallimat’a yapılan dans ve saray eşyaları hakkında soru önergeleri vardır. Gülendam Ayşe ile evli, Emine (Sahire), İbrahim Haldun ve Fatma Behire’nin babasıydı. 5 Kasım 1958 tarihinde İstanbul’da vefat etti
 
Medreselerimiz yok mu, teşkilâtımız yok mu?
Trabzon Milletvekili Ahmet Muhtar Çilli; ülkemizi ziyaret eden Macar Darülfünun erkek öğrencilerinin Dar’ül Muallimat’ta (Kız öğretmen okulu) okuyan Türk kız öğrencileriyle dans etmesini tepkiyle karşılamış ve TBMM’de soru önergesi vermişti. 03 Şubat 1925 tarihinde, TBMM’de söz alan Trabzon milletvekili Ahmet Muhtar Çilli, konuşmasında tepkisini şöyle dile getirmiştir:
 
“Efendim! Vekil Beyefendi’nin izahatına teşekkür ederim. Benim sorduğum da bu idi, mektep dâhilinde dansı terviç ediyorlar mı, etmiyorlar mı? Teşekkür ederim ki mektep adı altındaki talebenin dans etmesini Maarif Vekâleti terviç etmiyor. Yoksa dansın kanunumuzda ne emri vardır ne de nehyi vardır. Kanunun emrettiği veya emretmediği bir şey için Vekâletin, ahalinin işine müdahalesini bendeniz terviç edenlerden değilim. Ahali hareketinde mukayyet değildir. Ahali istediğini yapmakta hürdür. Lâkin mektep içerisinde talebenin yemesi, içmesi, bahçeye çıkması, ders okuması, uyuması program dâhilindedir. Program dâhilinde dans olmadıktan sonra orada dans olmasının tervici doğru değildir. Bu meyanda bendenizin en ziyade nazarı dikkatimi celbeden mesele ve beni endişeye iten meseleyi şimdi arz edeceğim. İkincisi; bizim talebeler Avrupa’da seyahat edecekler, efendim, dünyanın neresinde görülmüştür ki gençler birbiriyle erkek ve kadın karışık olarak Avrupa’ya gönderilsin ve yanında kimse bulunmasın?  Sonra üçüncüsü; Darülfünun talebesiyle Macar talebesini görüştürmek ve birbirleriyle halleştirmek için memleketimize Macarlar geliyorlar. Programı görüyorum, her gün dans, her gün dans, güya memleketimize gelen Macar Darülfünun talebelerine gösterilecek medreselerimiz yokmuş, teşkilâtımız yokmuş gibi resmen programı dans ile doldurdular. Bendeniz hiç ehemmiyet vermedim. Olabilir ki ecnebi talebeler ziyaret ederken, gezerken yağmur da varmış, belki çalgı çalınırken, galeyana gelirler dans ederler. Mademki buna Maarif izin veriyor, o güne münhasır kalır geçerdi. Fakat gazeteler yazdı, buna karşı mektep müdürü tekzip verdi ve gazeteler bunun üzerine aleni bir şekilde isim ve cisim tasrih etmek suretiyle nasıl yapıldığına dair müdellel bir surette neşriyatta bulundular.
 
Nereye gidiyoruz?
Mektep müdürü de sükût etti. Yani mektep müdürü bir tekzip veriyor ki onun kızgınlıkla yapıldığına şahit oldum. Çünkü gazeteler bütün vakayı dolayısıyla yazdılar. Ondan sonra mektep müdürü olarak koyduğumuz mürebbiler mürebbisi olarak koyduğumuz zat kendi hatasını dalgınlıkla bir şey oldu diyeceği yerde tekzip ile irtikâbı kızıp ediyor. Eğer bu sabit olursa felâketi bu noktada görüyorum. Memleketin mürebbisi olacak olanların başına koyduğumuz adam bu olayı hiç nazarı itibara almıyor ve yalan söylüyor. Bu zatın da Darülfünun’da felsefe müderrisi olduğunu öğreniyorum. Eğer Darülfünun müderrisi böyle ahlaki bir meseleyi bu kadar hafif görürse o vakit nereye gidiyoruz diye ben düşünmeye mecbur olurum. Zaten son zamanda, yani bir senedir Darülfünun’u idare edenlerin hareketi, endişeleri mucip olmuştur. Bir taraftan gördük ki, mektep talebelerinin tramvayda düşük ücretle seyahat etmeleri meselesinde gençlik heyecanını ileriye sürdüler. Buna karşı Darülfünun
emini diyor ki: Talebeler haklıdır. Ben de onlarla beraber kan dökeceğim. Hâlbuki hükümet bir hakkı sarihe karşı böyle kan dökmek lâzım geldiğini talebelere anlatıyor. Talebeler derhal Türk seciyesini göstererek: ‘Düşündüğümüz gibi değilmiş, hakkımız yokmuş,’ diye sükût ediyorlar.
 
Türk ahlâkı çok kavidir
Darülfünun tarafından resmen tertip olunmuş bir programı eline alan bir genç, her akşam yapılan dans ve ziyafetlerde bulunuyor ve meşrubat da mübah olursa neticede bu Darülfünun talebelerine bugün kabahat bulup mektepten kovmak muvafık olur mu? Ne oldu, kadınlar demişler ki; “biz filhakika mektebin emrettiği dansı yapacağız” ama hiç olmazsa misafirlerimizle bizden başka kimse bulunmasın. Mesele bundan çıkmıştır. Talebe, “yabancının yanında dans etmeyeceğim, hiç olmazsa yabancılar olmasın, sırf talebeye münhasır kalsın,” dediğinden dolayı kovuluyor. Yani bu talebelerin kovulduğu çok fenadır. Niçin mektepten kovuluyorlar? Yani burada da görülüyor ki bizim memleketimizin seviyesi; yani Türk ahlâkı çok kavidir. Mürebbiler son zamanda yanlış yola saptılar ve talebeyi de fena yola sevk ediyorlar. Yani bizim irfanımız daha iyi yola sevk olunmalıdır. Elimizde büyük bir cevher vardır. O cevher de elimizde yetişen Türk terbiyesi ile doğmuş Türk gençliğidir. Her türlü iyiliğe meyyaldir. Onları daha iyi yetiştirsinler. İstirhamım bundan ibarettir. (TBMM Zabıt Ceridesi Kırk Altıncı İçtima 3.2.1341 Salı)