Daha o gün kimse sana sormadan bir nüfus cüzdanı çıkartırlar; isim, cinsiyet, memleket… Hani sanki sen “Ben bu kimlikle devam etmek istiyorum” diye dilekçe vermişsin gibi.
İkinci doğuş ise 18’indedir. Yani memleketimizin çok sevdiği o meşhur “Hadi bakalım delikanlı, bundan sonra hayatını sen kuracaksın!” tuzağı. Aslında o yaşta insanın hayat kurmak bir yana, sabah kalkınca sağ ve sol ayakkabısını karıştırmaması bile mucizedir. Fakat büyükler, bu gerçeği bilirmiş gibi davranıp “Tercih yap!” diye başımıza dikilirler. Tercih dedikleri de öyle hayatî meseleler: Tıp mı, mühendislik mi? Yahu 18 yaşındaki insanın kafası hâlâ ergenlik garantisi altındadır; eli yüzü sivilceli, gönlü karmakarışık… Ama büyükler diyor ki: “Buyur evladım, ömrünün rotasını çiz. Ha çizemezsen, geçmiş olsun, sorumluluk tamamen sende.”
O yüzden ikinci doğum, birinciden daha sancılıdır. Çünkü bu kez doktor değil, hayat tokadıyla karşılar seni.
Üçüncü doğum ise 40’ında gelir. Hem de doğumhaneye yatmadan, serum takılmadan, “normal mi sezaryen mi?” diye tartışmadan. İnsan 40’ında hatalarıyla doğar. Çünkü 18’inde yaptığı tercihler, 20’lerinde ettiği densizlikler, 30’larında görmezden geldiği hakikatler artık kapıda birikir. Kapıyı çalmakla kalmaz, zile basıp “Aç kapıyı, ben geldim!” diye bağırır. Sen de çaresiz açarsın.
Bir bakarsın, yıllarca ‘iyi insan olayım’ diye çabalarken aslında kimseye yaranamadığını fark edersin. Bir bakarsın, sevdiğin sandığın işin seni yıllardır sevmediğini anlarsın. En acıklısı da şudur: En çok kendine yanlış yaptığını öğrenirsin. İnsan en büyük kazığı bazen başkalarından değil, kendinden yer.
Ama 40 yaşındaki doğumun gizli bir güzelliği vardır. Artık hayatın sana bir torba deneyim verdiğini bilirsin. Bazısının ağzı yırtılmış, bazısının tabanı delik… Ama hepsi senindir. 18’inde “Ben bilirim!” diye ortalıkta gezerken, 40’ında “Ben bir şey bilmiyormuşum.” diyebilmektir asıl olgunluk.
İşte üçüncü doğum budur:
Kendine itiraf, hayata teslim, hatalara selam…
Belki de insan, gerçekten 40’ında doğar.
Çünkü o günden sonra yaşamayı değil, yaşatmamayı öğrenir:
Hayal kırıklıklarını, gereksiz insanları, başkalarının ağırlığını…
Sonunda büyürsün.
Ve büyüdüğünü kimse anlamaz; çünkü dışarıdan hâlâ aynı insansın.
Ama sen bilirsin:
Üç kere doğmuşsundur.
Ve en sonunda, kendi kendinin ebe’si olmuşsundur.