YAŞAYAN TARİH SÖYLEŞİLERİ KİTABI YAYINLANDI

Söz uçar, yazı kalır. İşte bu yüzden kitaplar önemlidir. Yasanmış anıların kitaplaştırılması onların yarınlara taşınmasına vesile olur. Bu bağlamda sevgi dolu bir arkadaşım tarafından bana ulaştırılan Rize Belediyesi tarafından hazırlanmış olan “Yaşanmış Tarih Söyleşileri” isimli kitap beni heyecanlandırdı. Adeta geçmişten mektup almış gibi oldum.

Bir deneyim paylaşımı

204 sayfadan oluşan kitap; Rize ilinin bilge insanlarının hatıralarıyla zenginleştirilmiş olup, tam bir deneyim paylaşımı özelliği taşıyor. Rize Belediyesi bünyesinde çalışan bir ekip tarafından hazırlanan çalışmanın yerel tarihimize de güzel bir katkı olduğunu düşünüyorum. “Yaşanmış Tarih Söyleşileri” isimli kitabın hayata geçmesini sağlayan Başta Rize Belediye Başkanı Prof. Dr. Reşat Kasap’a, yayına hazırlayan Zübeyde Beyaztaş’a, Yayın Danışmanı Enes Büyük’e, söyleşileri gerçekleştiren İsmail Kadıoğlu-Tuba Beyazıt Yıldırım yine Zübeyde Beyaztaş’a kapak tasarımını yapan D. Ali Karataş’a, grafik tasarım işlerinde büyük şehirleri aratmayan Osmanlı Grafik’e ve emeği geçen herkese teşekkür ederim.

Amaç milli kültürün korunması ve geleceğe taşınmasıdır

Rize Belediye Başkanı Prof. Dr. Reşat Kasap kitabın ön sözünde “Milli kültürün, bir toplumun sahip olduğu değerlerin bütünü olduğunu hatırlatarak şu bilgilere yer veriyor: “ Bir kültür ne kadar kendine has ve taklitten uzak ise o kadar sağlamdır. Toplumun devamlılığı için, milli kültürün korunması ve geleceğe taşınması önemlidir. Bizi biz yapan değerlerimizi, yaşantımızı, geçmişimizi gelecek kuşaklara aktarmalıyız. Bu bağlamda güzel Rize’mizi tanımak ve tanıtmak amacıyla kıymetli büyüklerimizle konuştuk. Gerek çocukluk anıları, evlilikleri, mutlulukları; gerekse geçim sıkıntısı, yaşam mücadelesi, deneyimlerini paylaşarak sıcacık bir söyleşi gerçekleştirdik. Modern çağ ve teknolojinin gerisinde yaşanan zorluklara rağmen kaybedilmeyen değerlerin, sevgi dolu yüreklerin ve misafirperverliğin tadını aldık. Tamamen doğaçlama bir şekilde gerçekleşen sohbetlerin olduğu bu çalışmada geçmiş zaman tanıklarımız herhangi bir tercihe tâbi tutulmadan tesadüfî bir şekilde seçilmiş ve doğum tarihine göre büyükten küçüğe doğru sıralanmıştır. Bu sebeple bölgemizde yaşanılanların hemen hemen aynı özellikleri taşıdığını düşünerek kitapta olanlar ve olmayanlar arasında herhangi bir kıyaslama yapmadan aynı değerde görüyoruz. Anlatılanların, bölgemiz ve insanımız üzerinde çalışma yapacak olanlara da faydalı ve yol gösterici olmasını ümit ediyoruz. Kıymetli zamanlarını bizimle paylaşan, sevgi ve dualarını eksik etmeyen büyüklerimizin ellerinden saygıyla öper, Yüce Allah'tan kendilerine sağlıklı bir ömür dilerim. Geçmişle gelecek arasında bir köprü niteliği taşıyacak olan bu çalışmanın her aşamasında emeği geçen herkese ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

Saygı, sevgi ve selamlarımla...

Kitapta yer alan söyleşilerden kısa alıntılar

Emine Mavi: Çay yoktu kıtlık vardı

Benim çocukluğum anlatmakla bitmez ki! Çok zorluk çektik. Kıtlık vardı. Ekmek, mısır, yemek, hiçbir şey yoktu. Daha evlenmemiştim, giderdik Gündoğdu’da fırınların önünde saatlerce sıra beklerdik, adam başı yarım ekmek verirlerdi bize giderdik. Biraz geç kalsak jandarmalar bize copla vururdu. Ambarlarda mısır vardı ama savaşta askerler yiyecek diye halka bir şey verilmiyordu. Rahmetli anneannem Avrupa’dan Türkiye’ye geldi, o getirmişti bize yiyecek bir şeyler. Şimdilerde kimse kıtlık bilmez. O vakitler o kadar kıtlık vardı ki, çay da yoktu!

Recep Kürkçü: Eskiden yırtık pantolon giyene de fakir derlerdi. Şimdi moda olmuş

Ben Rize’nin yerlilerindenim. 1931 doğumluyum. Atalarımız, dedelerimiz hep Rize’de yaşamışlardır. Sarayköy’de plajın yanında bir ev vardı, çocukluğumuz hep orada geçti. İyidere’den bir motor kalkardı, bizim yalıya uğrardı. Onunla gelir giderdik. Avcılık yapardım. İyidere’de ördek avına çıkardım. Kışın akşamüzeri olunca otobüsü beklerdim. Ahmet vardı biz ona Deli Ahmet derdik. Bazen arabaya binerdik ve araba dolu olurdu, bize kızardı arkaya geçelim diye. Sabah gider akşam dönerdi, yani tek sefer yapardı.

Çok fakirlik zamanlarıydı. Eskiden vatandaşlar geçimlerini dokuma tezgâhlarıyla sağlardı. Yamaçlardaki evlerin hepsinde bu tezgâhlardan vardı. Peştamallar başa bağlanır, bele dolanırdı. Buranın yöresel kıyafeti peştamaldır. Bu anlattığım peştamalları buradan Of, Sürmene, Araklı’ya kadar satardık. Renkleri kırmızı-lacivert ve kare desenli oluyor. Benim zamanımdan beridir bayanlarımız bunları giyinirlerdi. Benim babam da peştamal dokumacısıydı, geçimimizi bu şekilde sağlardı.

Rize kültür yönünden pek gelişmedi. O yüzden bu kültürü yaşatmak için sizin böyle çalışmalar yapmanız çok iyi ve çok önemlidir.

Ulaşım olarak çok gelişti. Buradan Trabzon’a 4 saate gidilirdi ve sadece 1 otobüs vardı. İyidere, eski adıyla Aspet’ten motor kalkardı, huni şeklinde haber vermek için bir boruyla haber verilirdi. Biz de otobüsün geldiğini anlayıp giderdik. Eski sosyal yaşam da şimdi yok. Eskiden yazlık sinema vardı. Çocuklar akşama kadar parklarda eğlenirdi. 1945 senelerinde yaz şenlikleri olurdu. Belediye, 1 Temmuz’u “Deniz Bayramı” olarak düzenlerdi. Tahta iskele olurdu, bayrak alma yarışları yapılırdı, kürek yarışları, gece fener alayları olurdu. Gaz lambaları eşliğinde eğlenceler düzenlenirdi. Halk olarak dostluk, samimiyet yaygındı. Memiş Ağa Parkı tasarlanmıştı. Yanları demir parmaklık ile kaplıydı. İçinde de güzel bir bina vardı, erkekler orada saz çalarlardı. Çarşıda olan bütün aileler katılırdı, ikindi vakti olunca evlerine giderlerdi. Parkta çoluk çocuk eğlenirdi. İnsanlar değişti! Eskiden yırtık pantolon giyene de fakir derlerdi. Şimdi moda olmuş. Erkeklerimiz sakal bırakıyor, eskiden yaşlılar sakal bırakırdı, gençlerimiz hep tıraşlı gezerlerdi. Birlik, beraberlik, samimiyet vardı, herkes birbirine şefkatliydi. Herkes birbirini tanıyordu.

Osman Efendioğlu: Bir Piyeste oynadım adım “Yarım Osman” kaldı

1936 doğumluyum. Ben kırk beş sene ağır vasıta şoförlüğü yaptım. Elli sene esnaflık yaptım. İki sene askerlik yaptım. On üç sene muhtarlık yaptım. Beş sene okula gittim. Yetmiş senedir de türkü söylüyorum. Şimdi siz bana yaşımı soruyorsanız benim yaşım iki yüzden yukarıdır. İkizdere’nin bir köyündeki Rizeli de, Salarha’nın köyündeki Rizeli de aynı geçim sıkıntısı üzerine kurmuşlardır hayatlarını. Ben babamdan 60 yaş küçüğüm. Babamın ikinci eşindenim. Erkek çocuğu yoktu o yüzden tekrar evlendi. O devirler yalın ayak devridir. Şöyle diyeyim; Rize- İkizdere arası 25 km, oradan sabah kalkıp en az on saate Rize’ye gelirlerdi yalın ayak bir şekilde ve ihtiyaçlarını karşılarlardı. 3. veya 4. sınıfta okuyordum. Piyesin adı 'Yarım Osman’ olduğu için başrolü bana verdiler. Ondan sonra adım Yarım Osman olarak kaldı. Atma türküler de oradan kaldı. Rizelilerin bir müspet (olumlu) bir de menfi (olumsuz) özellikleri vardır. İyi bir şeyi yereceği zaman, onu yerin dibine sokar. Methiye (övgü) yapacağı zaman da onu göğe çıkarır.

Medet Kopuz: Kara lastik bile yoktu, çarık giyinirdik

1939 yılında babam vefat etti. Tabi yetim kaldık, o zamanki şartlar ile şimdiki şartlar aynı değildi. Giyinmek için çarık bile yoktu çarık! Fakat anam, Allah rahmet eylesin, eşsiz bir kadındı. Çayeli’ndendir rahmetli anam. Uğraştı, didindi. Biz de ta çocukluktan beri çalışkan bir ailenin çocuklarıydık. Çalıştık da çalıştık. İlkokula giderken dahi bizim cebimiz parasız değildi. Bu da neden diye sorarsan, 12 yaşında üzüm topladım yumruk ile üzüm! Evvelde bizim çayımız yoktu, arazide ya kara üzüm vardı ya da fındıklık vardı. Bizim köyde Agunlar Sülalesi vardır. 30 tava pekmez yaparlardı. O zamanlar zirai gelir vardı başka gelir yoktu, ilkokuldan sonra sene 1949, tabi bu zamanlar biraz maceralı geçti. 1953’te askere gittim, askerde çavuş oldum. Bölük çavuşu oldum. Mareşal Tito geldi, ben ona bayrak çıkarmışımdır. Gündoğdu’da küçük bir dükkân açtık. Makine Kimyanın bayiliğini aldık. Bir taraftan da sermayemize göre, Erzurum-Kars-Ardahan’da hayvancılık yapmaya başladık. Makine Kimya’nın bayiliğinden para kazandık 1968 yılında bir un fabrikası kurmaya niyetlendik. O zamanların senatörü bizim Vecdi Agun. Babamın koyun ortağıydı ve birlikte Cimil’de çadırda keçede yatmışlardır. Veliköy’den Gündoğdu’ya araba yolu olmadığı için 15 sene boyunca yaya gidip geldik ve dükkâncılık yaptık. Kara lastik bile yoktu, çarık giyinirdik. Kara lastik sonradan çıktı. Şimdiyi geçmişle kıyaslarsak tarifi mümkün olmaz. Bugünkü sahil yolumuzda helikopter inip kalkıyor ki yakında uçak bile inip kalkacak, inanıyorum. Çaydan evvel fındık vardı. Ben çok fındık toplamışımdır Fındık, üzüm, mandalina... Aslında çalışan insana ne üzüm ne fındık ne de çay lazımdır. Çalışan adam ekmeğini her türlü kazanır. Bahçeme bir şeyler yaptıracağım, 150 TL yevmiyeye çalışan adam yok! Bu varlık, zenginlik değil midir: Rize’den gaz yüklerdim tenekelerle, Ardahan’a götürürdüm. Çayeli’nden Pazar’a 3 saate giderdik. Şimdi ise 15 dk. Bu konuda ne kadar konuşulsa azdır. Allah’a şükür etmek ve çok çalışmak lazımdır. Çocuğuna alın terinle bakacaksın, gerisi vallahi de billahi de boştur.

Söyleşi yapılan kişiler

Bahadır Talip Eyüpoğlu, Bedriye Çelik, Müesser Güney, Hüsniye Camadan, Zehra Yazıcı, İsmail Hakkı Akaslan, Mehmet Lezgioğlu, Sabriye Camadan, Tenzile Pekkan, Ali Rıza Büyük, Emine Mavi, Fatma Meral, Ömer Levent, Arslan Girit, Emine Yıldırım, Nezafet Demirci, Havva Kansız, Şükrü Pehlivan, Recep Kürkçü, Süheyla Suyabatmaz, Ali Ahmet Kaboğlu, Medet Kopuz, Alaaddin Kır, Kemal Köse, Bayram Büyük, Zehra Uzunsakal, Osman Efendioğlu, Mehmet Koç, Mehmet Şalcıoğlu ve Vahap Tuzcuoğlu