Haber Türk Gazetesinde Balçiçek İlkerin hazırladığı Pazartesi Sohbeti’nin bu haftaki konuğu, AK Parti İstanbul İl Başkanı Dr. Selim Temurci. Temurci, 1970 Rize Çayeli doğumlu. Baba esnaf, anne ev hanımı. 5 çocuğun en büyüğü. 6 yaşına kadar köyde çobanlık yapmış; ardından Kuran kursu, imam hatip ve Boğaziçi Üniversitesi’nde siyaset bilimi, Marmara Üniversitesi’nde ekonomi mastırı ve doktorası....

“Babam kurufasulye, köfte ve sütlacıyla ünlü Lale Lokantası’nın sahibiydi. Okuldan çıkınca garsonluk, komilik yapardım. Dedem babamın hafız olmasını istemiş, olamamış darbeden ötürü. Babamın içinde kalan ukdeye ben nail oldum. Gençliğimde tahta evimizin tavan arasında yağmur sesini dinler, Necip Fazıl okur, şiir yazardım. O zaman rol modelimiz devlet için çalışanlardı. Kaymakam ya da vali. ‘Uzay mühendisi olacağım’ diye bir hayalim vardı ama imam hatipte matematik öğretmenimiz bile yoktu.’’

Temurci ile hem başarılı kariyerini hem de gündemi konuştuk...
-28 Şubat dönemi nasıl yaşandı sizin cephenizde?
Yeni evliydim, iş arıyordum; 28 Şubat oldu, iş bulamadım. Hangi üniversiteyi bitirmiş olmam önemli değildi artık. Bir mülakatta “Liseniz kuruma uygun değil’’ dediler. Çok kötü bir duyguydu, öylece kalakaldım. Ama sahada çok sert yaşayanlardan değildim, o dönemde çevremde bu olanlara çok özgürlükçü yaklaşan ve ne olup bittiğinin farkında olanlar da vardı. Toplum bence 28 Şubat’ı sahiplenmedi. Kucaklayıcı bir yapısı vardır bu toplumun, onu kaybetmemek gerek diye düşünüyorum. Bunu İstanbul’u düşünerek söylüyorum. Bence İstanbul bir sevgi şehridir. Ama fişlenmeler Anadolu insanında öyle bir yer etti ki ‘devlet’e güven gitti. O sıkıntının hâlâ giderildiğini düşünmüyorum.

-Muhafazakâr kesimde hâlâ korku var mı gerçekten?
Endişe var ama başka türlü. Yeni nesilde bu endişe yok. Ama travmatik bir durum var. Örneğin babam şöyle düşünür: “Eğer çalışmazsanız, eğer bu işe sahip çıkmazsanız, bu iş bir gün ters dönebilir.’’ “İyi yapın” denmez, “En iyisini yapın” derler. Sürekli darbeler yaşanmış, kesintiler olmuş, bir türlü unutamıyoruz. Toplumda yeni Türkiye algısına sadece bir partinin önerisi olarak bakmamak lazım.

-Yani muhafazakâr kesim 14 yıllık iktidara rağmen kendinizi yüzde 100 güvende hissetmiyorsunuz?

Normal ama bu, bakın biz 27 Nisan’ı da yaşadık. Her ne kadar Ergenekon ile ilgili bir karar verildiyse de biz şunu biliyoruz ki kararın bozulduğu Ergenekon bizim Ergenekon’umuz değil, FETÖ’nün sulandırmış olduğu bir durum. Çok ciddi bir Ergenekon var aslında ve bu yapı toplumun her aşamasında var, sadece askerde değil.

-Varlığını nereden biliyorsunuz?

En son yaşanan olaya bakın. Meclis Başkanı laiklikle ilgili bir açıklama yaptı. Şimdiye kadar muhafazakârların yaşadıkları ortada, üniversite kapılarını nasıl unutalım biz? Meclis’te Ecevit’in Merve Kavakçı’ya bağırması hâlâ kulaklarımda. Yani mevcut laikliğin nasıl uygulandığını unutamıyoruz. Bir nesil, laikliğin kendisiyle değil, uygulanışıyla ilgili problem yaşıyor.

-Ne problem olursa olsun dindar Anayasa olur mu? Meclis Başkanı’nın talep etmesi doğru mu?
Normalde Anayasa metinleri toplumun kültüründen ve medeniyetinden kopuk metinler değildir ama partimizin kuruluş felsefesinde Anayasa’nın herkesin Anayasa’sı olması gibi bir anlayış var. Dindar bir Anayasa talebi, o kavramı ve anlamı daraltır diye düşünüyorum.

-Laiklik ilkesi, dindarın da hakkını korur...

Olması gereken odur. Değerli İsmail Ağabey sanırım Anayasa’mızın ruhunun milleti özne yapan bir ruh olmasını istiyor, hepimiz gibi. Bireyin ‘devlet’e karşı korunduğu bir Anayasa... Demokrasi sorunu yaşadığımızda herkesi eşit vatandaş gören bir Anayasa...

-Dindar Anayasa ile nasıl olacak o? Ben Hıristiyan bir Türk vatandaşıysam örneğin?
Herkesi kapsamalı. Laiklik kelime olarak Anayasa’da olsa dahi, olabilir, ama laikliğin bir tanımı yapılmalı.

-Zaten bir tanım yok mu?
Laiklik eğer karşılıklı olarak inanç özgürlüğüne saygıysa ve devletin bu inançlar karşısındaki eşitlikçi bakışıysa bunu bir şekilde yazmak lazım. İşte onu söylüyorum, biz o tanım üzerinden yıllarca zulüm gören toplumun parçalarıyız. Niçin yıllarca biz bunları çektik? Ama bizim kullandığımız tanımlar toplumu bölmemeli. Biz ne kadar birbirimizi anlarsak bu ülkeye o kadar faydalı oluruz. Yaratılanı severiz Yaradan’dan ötürü. Yani biz “Dindar Anayasa” derken insanı öne çıkaran bir yapıyı işaret ediyoruz.

-Siz böyle işaret ediyor olabilirsiniz ama “Dindar” deyince başka bir kesimi de ayrıştırıyor olabilirsiniz.
Dindarlık sadece Müslümanlık’ta yok ki... AK Parti hükümetleri olarak bu ülkede diğer dinlerle, hak ve hukukla alakalı neler

-Peki son soru... AKP İstanbul İl Başkanlığı... İşin içindeydiniz aslında ama... Görev zor...
Güçlü bir teşkilatımız var. İstanbul, AK Parti’nin doğduğu şehirdir. Şairin dediği gibi: “Yeni şeyler söylemek lazım.’’ 2019 bizim en zor sınavımız çünkü 2023 hedefimiz var. Haziran ve kasım arası yaşadığımız “fetret devri’’ bana çok şey öğretti. Siyasette durduğunuz zaman düşersiniz. Gelecekle ilgili hayaliniz, bir idealiniz varsa, yeni bir planlamayla yola çıkmalısınız. Bizim İstanbul’da hedefimiz budur. Haziran ve kasım arası yaptığımız çalışmalarda gördük ki bu ülkenin yeni bir hikâyeye ihtiyacı var. İstanbul’da söylüyoruz, herkes ve her kesimle iletişim. Korkularımız daha iyi şeyler yapmamıza engel oluyor. Barış ve huzur, birbirini anlamaktan geçiyor. Amacım İstanbul’u kucaklaşmanın merkezi yapmak. Kucaklaşmanın başkenti olabilir.

'BEYİNE YAZILAN UNUTULUYOR AMA GÖNÜLE YAZILAN ASLA UNUTULMUYOR'

-İstanbul’da ilk nereye geldiniz?

Etiler, Karanfilköy.

-İstanbul ilk ne hissettirdi size?

Heyecan ve korku.... Aynı anda diyebilirim.

-Rize Çayeli, Kuran kursu, imam hatip, ardından Boğaziçi Üniversitesi... Ve istanbul, çekinmediniz mi?
Tabii zordu benim için çünkü sıfır İngilizce... Ama ben özgürlüğüme düşkünüm, çok özgürlükçü bir üniversite olarak gördüm orayı. Öte yandan imam hatipten orayı kazanan neredeyse yok. Dil bilmeme korkusu dışında hiçbir şey yaşamadım. Çok ama çok çalıştım. Zamanımın çoğunu kütüphanede geçirirdim. Hatta benim yerime “Selim’in tekkesi’’ derlerdi. Çok güzel bir öğrencilik geçirdim, hiç yabancılık çekmedim. Boğaziçi çok özgürlükçüdür, orada yaptığımız tartışmaları zaman zaman özlerim.

-3 yılda üniversiteyi bitirmişsiniz, çok mu çalışkandınız?
Değil aslında, hafızlığın bana kazandırdığı bir yetenek. Çok iyi ezberlerdim ve zihinsel melekeler anlamında ileriye götürdü beni hafızlık tecrübesi.

-Makro ekonomi üzerine mastır, sonra dış borç bağımlılık üzerine doktora, özel sektörde çalışma derken siyaset... Siyaset hayatınıza ilk ne zaman girdi?
11 yaşımdayken. Rahmetli Erbakan Hoca bizim Çayeli’ndeki lokantaya geldi. Televizyondan tanıyordum. Çok nazik ve kibar bir insandı. Yanına yaklaşamıyorum, çok kalabalık. İçeri girerken beni fark etti, çıkarken yanına çağırdı ve o zaman saçlarım sapsarıydı, saçlarımı okşadı. Ben o günden sonra Hoca’nın her söylediğini takip eden pozisyona gelmiştim.

-Demirel, Türkeş, Özal da gelmiş dükkâna, niye onlar değil de Erbakan?
Ben Erbakan’dan etkilendim çünkü bana dokunan oydu, iletişime geçen o oldu. Sonra büyüyünce Milli Görüş... O cenahta duruyordum ama sıkı bir Özal destekçisiydim.

-Ardından AK Parti Gençlik Kolları, il başkan yardımcılıkları, AK Parti Kağıthane İlçe Yönetim Kurulu üyeliği, il yönetim kurulu üyeliği, yerel yönetimlerden sorumlu il başkan yardımcılığı derken AKP İstanbul İl Başkanlığı... Erdoğan ile ilk temasınız ne zaman?
1993 yılında Özal vefat etmeden az önce Rize’de sohbetini dinlemiştim. Tayyip Erdoğan, Milli Görüş hareketini Türkiye’nin her noktasında insanların gönlüne sokan birisidir. Rol modellerimden biriydi. Kasetleri gelirdi, onları dinlerdik hep.

-Erdoğan’dan başka kimleri dinlerdiniz?
Tayyip Erdoğan, Melih Gökçek, Şevki Yılmaz... En çok onların kasetlerini dinlerdik. 80 sonrası depolitize olan gençler, 90’lı yıllarda Milli Görüş hareketiyle yeni gelen neslin siyasetle ilgilenmesini sağladı. Ben sohbetlerin insan hayatında çok önemli olduğunu düşünüyorum. Kitap o kadar etkili değildir. Sohbetler kalıcıdır. Bir şey oluyor ve o sizin gönlünüze değiyor. Beyine yazılan unutuluyor ama gönüle yazılan asla unutulmuyor. Okumak yetmiyor.