1988-1995 yılları arasında Fenerbahçe’de 7 numaralı formayı giydi. Ayağında top tutmayı, çalım atmayı seven bir oyuncuydu. İslam Çupi kendisi için "bir insanın içinden geçebilecek, yerinde olmak istenecek biri varsa o da Hakan’dır" demiştir. Milli takım formasını da başarıyla taşıyan Hakan Tecimer, çalım sihirbazı olarak anılıyordu. Fenerbahçe’deki hocası Tordor Veselinoviç, onun için:“Telefon kulübesinde bile iki kişiyi çalımlamayı bilir” demişti.

Hakan Tecimer, 6 Ocak 1967 doğumludur. Rizespor’un alt yapısından yetişmiş unutulmaz futbolculardan biridir. Çalımlarıyla ve attığı muhteşem gollerle Türk futboluna adını altın harflerle yazdırmıştır. Hakan Tecimer ile futbol yaşamı üzerine söyleştik.

Sizde futbol hevesi nasıl başladı?

Büyük ağabeyler adam olmadığı zaman beni de aralarına alırdı. İçimdeki futbol sevgisi giderek büyümeye başladı. İlkokul ikiden orta ikiye kadar Ordu'da oturmak zorunda kaldık. Ben de mahalle arasında top koşturuyordum. Bilemiyordum ki futboldan daha sonraları bu kadar para kazanılacak. O zaman böyle mi oynardım. Futbol oynarken aynı zamanda da çalışıyordum. Acıbadem'de bir lokalde çay dağıtıp okey veya kâğıt oynayanlara bakıyordum. Bir gün babam ve ortağı lokalden ayrıldılar, iş yerini bana bıraktılar. İdman zamanı gelmelerini istedim. Onlar gelmeyince ağzına kadar dolu lokali bırakıp idmana gittim. Futbola daha fazla sarıldım. Belki futbol topuyla bile yatmayı düşünebilirdim. Çünkü futbolu gerçekten seviyordum. Hayatımın en önemli unsuru futboldu. Beni Orduspor miniklerine almak istediler. Lisans işi başlatıldığı sırada İstanbul'a Acıbadem'e taşındık. Orada da birkaç futbol kulübü ile görüşmeler oldu. Sonra tekrar Rize’ye taşındık. Altı yaşında geldiğimiz İstanbul’dan, on bir yaşında Rize’ye döndüm.

Futbola ne zaman başladınız? Hangi kulüpler de oynadınız?
Futbol maceramı yine mahalleler arasında sürdürüyordum. Rizespor altyapı sorumlusu İsmail Karali, beni gördü, izledi ve Rizespor’a getirdi. Rizespor’un alt yapısında 1984’de başladım. İlk yıl amatör olarak oynadım. O sene bana Fenerbahçe'den teklif geldi. Ama bu daha sonra gerçekleşti. Futbolcu olma düşünceme ailem önceleri karşı çıkmıştı. Babam kazandığıyla ailesini geçindirmek zorundaydı. Değişik işler yapıyorduk. Ben ise aklım fikrim topta olduğu için belirli bir iş tutturamamıştım. Okulu bile yarım bırakmam ailemi, çok üzmüştü. Ne de olsa o zamanlar futbolda iyi bir noktaya geleceğimi bilemiyorduk. Bunu bilebilsem futbola daha sıkı sarılırdım. Rizespor A takımına transfer oldum. Ardından Fenerbahçe’ye transfer oldum. 7 sene FB’ de oynadıktan sonra Adanaspor’a 1 yıllığına kiralık gittim. Oradan bir seneliğine Rize’ye döndüm, ardından üç sene de Kuşadası’nda oynadım ve sonrasında futbol hayatımı noktaladım.

FB’ye gittiğiniz sene FB rekor kırdı…
Evet! 1988 senesinde transfer oldum ve o sene 103 golle şampiyon olduk. Geniş bir kadro kuruldu 10-12 tane eleman alındı. Böyle değişik yerlerden futbolcu alınınca uzun süreli başarı beklemek zordu. Ama kısa dönemde başarı gelince hem futbolcular hem de camia için büyük bir sevinç oldu. Bizim için unutulmaz bir sezondu. 5 gol attım. 10 tane falan da attırmışımdır. Çocukken, "haydi Schumacher bir top daha kurtar. Gol yok, Schumacher topu kaptı!” diye kendi kendime bağırırdım. O bir dünya yıldızıydı. O zamanlar bilemezdim Toni ile birlikte top oynayacağımı. Bu durumu aynen kendisine anlattım bir maç dönüşünde. Çok hoşuna gitti. Kahkahayı bastı. “Sen o zaman çocuk, ben kaleci, şimdi sen büyük ve ben hala kaleci” dedi. Futbolda geldiğim noktaya çalım atarak geldim. Çalım atmasaydım Hakan olamazdım.

Başka, kimler vardı kadro da?
İsmail, Müjdat, Nezihi, K.Şenol, Serdar, Turhan, Oğuz, Rıdvan, Aykut, Hasan, B.Şenol, Erdi, Durmuş, Ergin, Taygun, Bilal, Murat, Orhan, Sedat, Önder, kaleci Tony Schumacher ve Can.


Lakabınız var mıydı?
Öyle Rıdvan’a dedikleri “şeytan” gibi bir lakabım yoktu ama çok çalım attığım için “çalımcı” diyorlardı. Şimdi bile kiminle karşılaşsam, konuşsam devamlı çalım attığımı söyleyip anlatıyorlar. Hafızalar da bu şekilde yer almış. Herkesi çalımlarımla korkutmuşum her halde! Taraftar oyuncunun hareketlerine göre kendince lakap takıyor ama hepsi de hoş, ilginç lakaplar.



O günlerle bugünü karşılaştırırsanız ne gibi değişiklikler oldu?
Seyirci açısından statlar daha çok doluydu. Şimdi baktığın zaman seyirci o zamanki gibi değil. Yani diyelim ki Fenerbahçe 15 binse, Galatasaray da 15 bindi. Çok fazla ilgi vardı. Akşamdan stadın kapılarında yatan vardı. O zamanın şartları öyleydi. Şimdi biletiniz olduğu zaman maç saatinde gelip oturabiliyorsunuz. Yeriniz belli. Giriş çıkışlar daha müsait. O gibi farklılıklar oldu. Saha içindeyse taktik açısından çok farklı gelişmeler oldu. Önceden 4-4-3 diye bir sistem vardı. Daha sonra 4-4-2’ye döndü. 4-5-1’ e dönüldü. Zaman zaman 4-3-2-1 gibi değişik hocaların kafalarına göre yaptıkları sistemlerle oynandı. Bunların yanında eskiye nazaran daha çok mücadele gücü oldu. Fizik, kondisyona dayalı oynanıyor. Önceden 20’nin içinde 3- 4 kişiye çalım atardın, hiç kimse sana dokunmazdı. Rahatlıkla hareket ediyordunuz, dönüyordunuz, çekiyordunuz. Şimdiki futbolda 20’nin içinde çalım atmaya kaldığınız zaman en fazla iki çalım yapabiliyorsunuz, üçüncü de hemen başınızda 2-3 kişi birden bitiyor. O gibi değişiklikler oldu. Yani taktik, teknik, mücadele açısından değişiklikler oldu. Kulüp açısından da herkes tesisleşme olayına gitti. Sahalar çimlendirildi. Herkes alt yapılara önem vermeye başladı. Futbolcu yetiştirmeye başladı. Her sene futbola bir yenilik geliyor. Bu yeniliğe aileler de katıldı.

Eskiden çocuklarının futbolcu olmasını istemezlerdi. Büyük paralar dönüyor diye mi, futbola yöneldiler?
Öyle diyebiliriz. Biz oynadığımız zaman babamıza falan diyemezdik futbol oynadığımızı. Korkarak, kaçarak gidiyorduk top oynamaya. Şimdiye baktığın zaman futbol okullarına annesi, babası, herkes çocuklarını kendisi götürüyor. Yeter ki oğlum okuyamazsa bile futbolcu olsun, meslek edinsin diye. Öyle çok büyük yıldız olup, Milli Takım da, GS, FB, BJK da oynayacak diye değil, 2. ya da 3. lig olsun fark etmez. Çünkü yalnız Süper Lig’de değil, diğer liglerde de büyük meblağlar dönüyor. Onun için eskiye nazaran şimdi çok farklı.

Futbolu bıraktıktan sonra neler yaptınız?

Antrenörlük diplomam var. Futbolu bıraktıktan sonra bir sene Sarıyer’de Şenol Ustaömeroğlu ile birlikte hocalık yaptım. Ondan sonra ticarete atıldım. Rizespor’da Erdoğan Arıcı’nın yardımcılığını yaptım. Fenerbahçe’de antrenörlük hayatımı sürdürdüm. Şu anda da A2 Milli Takım teknik sorumlusu olarak Türk futboluna hizmet ettim. Son olarak Pazarspor’da görev yaptım.


Kulüplerin kendi gelecekleri açısından, alt yapıya neden gereken önem verilmiyor?
Önem verilmiyor değil ama birkaç senedir. Bunu da yapan belli kulüplerdir. 4 büyükler, Gençlerbirliği, Gaziantep ilk başlangıcını yapanlar. Diğerleri de arkadan geliyor. Hepsi yapmak zorunda, çünkü bir takım her sene milyon dolar verip büyük transferler yapamaz. Alttan en azından bir iki oyuncu yetiştirmen lazım; her sene alt yapıdan bir tane futbolcu bulsanız bile, kulüp maddi olarak rahatlar. Bütün kulüpler bunu yavaş yavaş yapmaya başladı. Bunu yaparken de nasıl yapmak lazım; bu işi bilen, futbol oynayanlara bunu yaptıracaksın. Daha çok bunları seçen kulüpler kendi bünyesinde futbol oynamış kişileri seçiyor. Benim kaç tane arkadaşım var, Malatya’ya, Gaziantep’e, Kocaeli’ne… Her yere futbolcu bakmaya gidiyorlar. Kendileri burada yaşıyor ama hafta sonları devamlı maçları izliyorlar. Hem de bir- iki değil birkaç tane maç izliyorlar. Amatör kümelerde maçlar sabah 10’da başlıyor, akşam 8 kadar. Onlar hep izleniyor.

Uzun süredir Türk futbolu dışarıda başarılı olamıyor. Nedeni sizce nedir?
Başarılı olduğumuz bir dönem vardı, Galatasaray’la. GS, o dönem çok iyi bir ekip kurmuştu, Hagi’den Hakan’larına kadar. Kurduğu ekipte aşı tutmuştu. Bu milli takıma da yansıdı, çünkü çoğunluğu GS’lıydı. Üst üste büyük başarılar elde edildi. Tabi bizim medyamız her şeyin üzerine üzerine gidiyor. Mesela bir hoca getiriliyor. Onu yıpratmak için bir kaç maç önceden olumsuz tenkitler başlıyor. Hocalar, çalışma imkanı bulamıyorlar ki! Bu da tabi Türk futboluna zarar veriyor. Kimse uzun vadeli kimse düşünmüyor, en fazla 2 yıllık bir süre veriliyor, başarabilmişsen ne ala, başarısız olursan, hemen “sen git, başkası gelsin,” gelsin deniyor. Bunların hepsi öyle 1-2 yılda olacak şeyler değildir. Ta alt yapıdan başlayıp, A takımına kadar, uzun vadeli düşünülmeli.

 


Anadolu takımlarının başarısının kısa süreli olma nedeni de istikrar sağlanamaması mı?
Anadolu kulüpleri başlangıçta çok iyi kadro kuruyor ama bu kadroyu da çabuk dağıtıyor. Mesela iki sene önce FB’nin şampiyon olduğu zaman Gaziantep’in şampiyonluk iddiası vardı. FB’yi yenseydi şampiyon olabilirdi. Antep o sene şampiyonluk iddiasını kaybedince sezon sonunda kadrosunu dağıttı, iskeletini değiştirdi. Bu sene Kayseri iyi bir ekip kurdu. İyi futbol oynuyorlar. Belki bu sezon sonunda 3-4 oyuncusunu o da satacak. Belki de seneye küme düşmeye oynayacak. Oysa kadrolarına takviyeler yapıp, yeni bir sezona daha güçlü vaziyette girseler, belki onlar da 1-2 seneye kadar iddialı bir şekilde şampiyonluğa oynayacaklar ama Anadolu takımları öyle yapmıyor. Bir sene güzel futbol oynadıktan sonra başarılı olup 3.- 5. sıraya çıktıkları zaman hemen o sene, tabi büyükler de talip olunca, elindeki 4-5 iyi oyuncusunu satıyor. Böylece başarıları kısa süreli oluyor.


Tribün olayları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Çirkinlikler de oluyor, güzellikler de. Bunlar olması gereken şeyler. Mesela, ligde küme düşmeye oynayan takımlar, küme düşeceklerini hissettikleri anda kendi sahalarında oynadıkları maçlarda -geçen haftalarda izlediğimiz gibi Diyarbakır’ın yaptığı olaylar- hemen hemen bütün kulüpler, taraftarlar yapıyor. Bugün Diyarbakır’da, yarın Bursa’da, öbür gün Gaziantep’te başına gelebilecek olaylar. Futbolun çirkinlikleri bunlar ama oluyor. Taraftar, tepkisini bazen kontrol edemiyor. Güzel tarafları da; şampiyon olduğu zaman, 2. ligden 1. lige çıktığı zaman, 1. ligde yukarılarda ilk 5 içinde bitirdiğiniz zaman, UEFA’ya, Kupa galiplerine katıldığın zaman yaşadığın mutluluk. Taraftar o zaman sahayı coşkusuyla yıkıyor. İyilikleriyle- kötülükleriyle, güzelliğiyle- çirkinliğiyle futbol böyle devam edecek. Ama tabii ki gönlümüz güzelden yana. Futbol, biraz nankör bir meslektir. Gol atmazsan pek hatırlanmasın, önemsenmezsin. Oysa futbolda gol atandan çok gol attıran, topu kesen, rakibe soluk aldırmayan daha da önemlidir. Futbolun seyirliğinden bu şekilde keyif alırsın ve goller de bu şekilde gelir. Futbolun gülistan halleri bu şekilde olur. Gülistan’ın gülleri de gol’dür!

Unutamadığınız golleriniz…
Fenerbahçe’de oynarken Karşıyaka’ya röveşata bir gol atmıştım, İzmir’de. Sonra Rizespor’da oynarken Beşiktaş’a otuz beş metreden gol atmıştım. Galatasaray’a karşı oynarken attığım gol -ki o zaman saha topraktı-, Fenerbahçe-Beşiktaş şampiyonluk maçında 2 golü de ben atmıştım. Bunlar unutulmayacak goller.


Unutamadığınız maç veya maçlar var mı?
Fenerbahçe’de oynarken, Galatasaray maçında, Galatasaray bizi 3-0 yeniyordu. Devre arasında soyunma odasına moralimiz bozuk gittik. Hocamız 5-10 dk bizimle hiç konuşmadı. Sonra bize dedi ki;”Sizler bu kadroyla onlardan çok daha iyi futbolcularsınız. İsterseniz ikinci yarı bunları yenersiniz. Ama bir tek ikinci yarı sahaya çıktığınızda ilk 10-15 dk içinde 1 tane gol atmanız gerekir. Eğer golü bulursanız ben inanıyorum onları yenersiniz.” Başka da ne bir taktik verdi ne de bir şey söyledi. Dediği gibi de oldu. İlk 10 dakikada Aykut bir gol attı, 3-1 oldu. Galatasaraylı futbolcular birbirleriyle atışmaya başladılar. Saha içinde bizde bunu gördük ve goller üst üste geldi. Rize’de ise Galatasaray’ı 5-1 yenerken de 2 golüm vardı. Galatasaray şampiyon oluyordu. Biz Galatasaray’ın şampiyonluğunu elinden alıyorduk. Beşiktaş berabere kalınca Galatasaray şampiyon oldu.


Kaç yaşında bıraktınız futbolu?
33 yaşında bıraktım. Belki 1-2 sene daha oynayabilirdim ama çok ağır sakatlıklar geçirdim. Çapraz bağlarım koptu, menisküs ameliyatları oldum, adalelerde kopukluklar oldu. Ben de bırakıp ticarete atıldım.

Rizespor’da hocanız kimdi?
Enver Katip hocam vardı. Çok güzel bir kadro kurmuştu ve yönetimden fazla transfer bile istemedi. “Ben bu kadroyla ligde kalır, orta sıralarda oynarım,” dedi. İyi de bir yarı geçirmiştik. İkinci yarının ortalarında biraz düşme tehlikesi yaşadık ama genelde o sezonda çok iyi futbol oynadık. Küme düşmedik. Ondan sonra ben ayrıldım zaten ve Fenerbahçe’ye transfer oldum.

Hakan Tecimer’den ilginç anılar

Fotokopisini çıkarırdım

Milli Takımın seksen sonrası en önemli maçı olan Sovyet Rusya maçında bir bombam var. 1990 Dünya Kupası grup elemelerinde gruptaki son maçımızı Sovyetler Birliği ile oynuyoruz, eğer maçı kazanırsak Dünya Kupası’na katılacağız. Önceki maçlarda D. Almanya’yı ve Avusturya’yı yendik. Teknik direktör Tınaz Tırpan kadroya yirmi beş futbolcu çağırdı.  İlk on futbolcu maçtan önce belliydi. Bir kişi ise on beş futbolcudan biri olacaktı ancak benim hiç umudum yoktu. Maçtan bir gün önce Rıdvan yanıma geldi ? “Oğlum Tınaz Hoca seni ilk on bire aldı” dedi. “Kafa yapma benimle” dedim. Yemin etti. Sonra maç öncesi soyunma odasında baktım hoca tahtaya ismimi yazdı. “Bak Hakan sen Michailichenko’yu tutacaksın” dedi. Michailichenko da Rusların en önemli futbolcularından biri ama ben onu tanımıyorum. Sahaya çıktım. Seromoni oldu, herkes dizildi. Sahada Michailichenko arıyorum. Bakıyorum, bakıyorum, bir türlü bulamıyorum. Adamlar zaten güçlü sağlı sollu geliyorlar. Sahada boş boş dolaşıyorum. İlk yarı bitecek neredeyse sahada kimi gördüysem Michailichenko’yu sordum, maç bitti. 2-0 yenildik. Ben Michailichenko’yu çıkaramadım. Meğer benim adam ilk maçta bize gol atmış. Arkadaşlar, “maçtan sonra televizyon görüntülerini alalım videodan izle de tanı Michailichenko’yu” dediler. Dedim ki artık bu işin davası olmaz. Tabi maçtan önce Michailichenko’yu tutacağımı bilsem daha çok izlerdim tanırdım. Bakardım tipine, boyuna posuna, fotokopisini çıkarırdım.

Tanju bizden nasıl kaçtı

Galatasaray ile oynadığımız ve 3-0 yenikken, 4-3 galip geldiğimiz maçın bomba ismi Tanju’ydu. İlk yarı bize 3 golü de Tanju attı. Tabi bizle dalga geçiyorlar, devre arası falan makara yapıyorlardı. Tanju hepten sarıp duruyor tabi rakibiz ama samimiyetimiz de çok fazla, sonra sahaya çıktık bizim moraller bozuk Tanju da yerinde duramıyor. O arada Rıdvan’ın yanına geldi ve dalga geçmeye başladı. Rıdvan da “git oğlum işine yeneceğiz sizi” dedi.  Tanju kahkahayı bastı. Sonra ikinci yarı biz golleri attıkça baktık Tanju kaçıyor. Tanju piyasada yok. Zaten dördüncü golü attıktan sonra Rıdvan ile beraber maçın sevincini bıraktık Tanju’nun peşinden koştuk. Uyanık hemen kaçıvermiş soyunma odasına; sonra bayağı bir piyasada görünmedi.

Sen de Fenerlisin

Beşiktaş’ı yıllar sonra 2-1 yenip şampiyon olduğumuz maçı hiç unutmam. Ben golü atıp 2-1 öne geçince Beşiktaşlılar santra yapacak, Metin çıldırmış maç gidiyor diye hakeme bulaşmaya başladı. Santrada herkes kendi yarı sahasına gitti hakem ortada, Metin hakemi tuttu kolundan bizim yarı sahaya getirdi. “Hoca sen de Fenerlisin ne de olsa, geç o tarafa” dedi. Biz şok olmuştuk.