Çanakkale savaşı Türk tarihinin en çetin ve kanlı savaşlarından birisidir. Savaşı gözümüzün önüne aldığımızda arka planda, hanımlarımızı, şarkıları ile geceyi ısıtanları, cepheler arasındaki hoş diyalogları, alışverişleri, düşman askerinin yarasını sarmaya çalışanları da görmekteyiz. Tüm bunların yanı sıra cephede görevli sağlık çalışanları yorgun, uykusuz günleri aşarken ardında kendi evlatlarını da bırakmışlar ve vatanın savunması için sabırla ve titizlikle görevlerini sürdürmüşlerdir.
Çanakkale savaşı içerisinde en öneli sorunlardan birisi de morfin sıkıntısıydı. Morfin az olduğu için sadece yaşama ihtimali olanlara hekimler tarafından uygulanıyordu. Morfini hastalara uygulayan hekimlerin bir tanesi de Dr. Tarık Nusret’tir.
Dr. Tarık Nusret, bir gün çadırında görev yapmakta iken şu olay cereyan etmiştir:
Savaş içerisinde yara alan askerler çadıra getirilmekte, getirilen yaralı askerler hekimin önünde durdurulmaktadır. Hekim yaralı askere bakar ve morfin yapılması durumunda eğer yaşama olasılığı olacaksa, morfini yaralı askere uygular. Ancak o gün gelenlerin birçoğuna morfini yapamaz ve askerlere emir vermek durumunda kalır. Gelen yaralı askere, “götürün, bunu da götürün, bunu da kaldırın” der. Görevinin bitimine yakın saatlerde biri daha gelir ve hekimin tam önüne konulur. Hekim askere bakar, yaralarından yüzünü, bedenini tanıyamaz ve askerlere “götürün” diye emir verir. Tam o esnada bir ses yankılanır hekimin kulaklarında. “Baba beni tanımadın mı, ben öğlunum” Baba hekim son bir kez daha yaralı askere, oğluna bakar ve askerlere son emrini verir. “Bu askeri gölge bir yere kaldırın”
İşte Dr. Tarık Nusret yukarıda anlatılan olayın hekimidir. Hekimimiz bize güzel bir ders vermektedir. Hekimimiz, sınırlı morfini etkin bir şekilde kullanmayı kendisine ve vatanına bir borç olarak görmüş, öz evladına yaşama olasılığını düşünerek uygulamamıştır. İnsanlar savaşları kasalarında biriktirdikleri ile değil ancak hissi birikimleri ile kazanabilmişlerdir. İşte biz de hissi kazançlarımız sayesinde Dr. Tarık Nusret’i ve Çanakkale savaşanı kazandık.
Bir kahraman daha vardır ki, “Savaş meydanlarda değil masada kazanılır” diyebilmiştir. Kurtuluş savaşı ile başlayan bağımsızlık destanı 30 Ağustos zafer bayramı ile taçlandırılmıştır. Kahramanız çok enteresan bir komutan, bir öğretmen, bir toprak aşığı, bir hayvan dostu idi. Okuduğu kitapların sayısı halen dahi tam olarak belli olmayan Atatürk, edindiği bilgiler ile savaş meydanlarında öngörüsünü konuşturmuş ve direnmenin dersini tüm ülkülere kanıtlamıştır. Savaş esnasında esir aldığı Yunanistan generaline, yaptığı misafirperverlik ile Yunanistan’da bile herkesin hayranlığını kazanmayı başarmıştır. Atatürk’ün ölümünün ardından Yunanistanlı general her Atatürk’ü anma gününde Türk konsolosluğunun önüne gelir ve saygı duruşunda bulunurdu. İşte Dr. Tarık Nusret’ten çıktığımız yolda Atatürk’e uzandık. Biz toplum olarak maalesef ülkemiz işgal altında olduğu zaman kahramanlarımızın değerini biliyor ve anlıyoruz. Bir şeyi anlamamız için illa yaşamamız gerekmiyor. Toplumun eğitim ve öğretim seviyesi artıkça tarihi kahramanlarına, tarihine daha çok sahip çıktığı görülmektedir. Sonuç itibariyle başta Atatürk olmak üzere tüm silah arkadaşlarına rahmet diliyor ve 30 ağustos zafer bayramını bizlere ulaştırdıkları için kendilerine sonsuz teşekkür ediyorum.