Şiddet deyince genelde fiziksel şiddeti düşünüyoruz; ancak duygusal şiddet de fiziksel şiddet kadar yaralayıcı çocuklar için.

Bazı ebeveynler, çocuğu kendi malı ve uzantısı olarak görürler. Kendi yaşam tarzlarını, kendi doğrularını, kendi inançlarını mutlak doğru olarak kabul edip çocuğa da bunu empoze etmeye çalışırlar. “Benim çocuğum zayıf not almaz”, “Benim çocuğum beni üzmez” gibi kendi yakıştırdıkları davranış kalıplarını ve mükemmeliyetçi beklentilerini çocuğun üzerine yüklerler. Böyle ailelerin çocukları hiçbir zaman kendi özgün benliklerini bulamaz, kendilerini gerçekleştirecek alan bulamazlar. Bazen de kendi hayallerini, isteklerini ve ideal yaşam hedeflerini çocukların üzerinden gerçekleştirmeye çalışırlar. Örneğin kendi Fen Lisesi kazanamamıştır, çocuğuna kazanması için baskı yapar. Bir müzik aleti çalmayı öğrenmek hep içinde kalmıştır, çocuk istemese de mutlaka onu müzik kursuna yazdırır ve devam etmesi için baskı yapar. Bu anne babaların söylediği cümle “Ne var? Kötü bir şey mi istiyorum? Çocuğum için en iyisini istiyorum ”dur. Tabii ki Fen Lisesi kazanmak ya da bir müzik aleti öğrenmek kötü şeyler değil ama buradaki sıkıntı çocuğa kendi yetenekleri ve istekleri doğrultusunda alan açmayıp kendi isteklerini empoze etmektir. Çocuklardan da sıklıkla “ben sen değilim” savunmasını duyarız. Kendi tercihlerini yaşamak istese de çocuk çoğu zaman anne babasını üzmemek, hayal kırıklığına uğratmamak adına boyun eğer. Bazen de gizlice kendi istediklerini yapmaya çalışır; çünkü paylaşırsa asla kabul görmeyeceğini bilir. Ama o zaman da suçluluk duygusu içini kemirir. İç huzuruyla kendi seçimlerinin sonuçlarını yaşayamaz.
Ellerindeki güçle manipüle ederler 
Anne babaların doğal olarak çocukları üzerinde bir güçleri vardır. Maddi kaynaklar en küçük yaştan itibaren önemli bir güç kaynağıdır. Bazı ebeveynler var olan güçlerini çocuğu manipüle etmek için kullanırlar. Bu sınavı geç sana tablet alalım, üniversitede şurayı kazan sana telefon alalım gibi kendi istediklerini yaptırma yöntemleri kullanırlar. “Bir anne babanın çocuğuna telefon almak istemesinde ne sakınca var, keşke imkânı olsa da herkes alsa” diyebilirsiniz. Buradaki sıkıntı çocuğa bu maddi ödüllerin koşullu sunulmasıdır. Çocuklarının sevgisini ve ilgisini satın aldıklarını düşünen anne babalar var. Onlara bırakacakları miras için yaşlılıklarında kendilerine bakmaları ya da iyi davranmalarını bekleyen anne babalar tanıyor musunuz? Özellikle maddi olarak yetişkinlikte çocuklarına destek olmaya devam eden ya da bir aile işini çocuklarının devam ettirdiği bazı anne babalar kendisinin istediği gibi davranmazsa bu maddi desteği kesmekle tehdit ederler. Böylece çocuklarının onların istediği doğrultuda bir hayat yaşamalarını, belki onların doğru bulduğu kriterde bir eş seçmelerini sağlayarak seçimlerini manipüle ederler. Bu manipülasyon maddi kaynakla olmak zorunda değil, bazı aileler psikolojik olarak da manipüle eder çocuklarını. Örneğin çocukları onaylamadığı bir kişiyle arkadaşlık ederse küser, onun istediği davranış kalıplarına uymadığında kapris yapar, duygu sömürüsü yapar vs. Bu davranış modeli çocukta bir yorgunluğa yılgınlığa sebep olur. Anne babayla iletişim keyifli bir zaman alışverişi olmaktan çıkar, bir zorunluluk haline gelir. Çocuk kendi özgün varlığıyla kabul görmediğini, sevilmediğini, değerli olmadığını bilir.
Hep borçlu hissettirirler 
Bu tip anne babalar sürekli yaptıkları fedakârlıkları, verdikleri emeği, harcadıkları parayı çocuğa ifade ederek çocuğun kendisini borçlu ve minnettar hissetmesini isterler.  “Seni tek başıma ne zorluklarla büyüttüm” “Seni ben okuttum” “Sizin için saçımı süpürge ettim” gibi cümleleri sıklıkla söylerler. Aslında bu da manipüle etmelerinin bir yöntemidir. Genelde bu tip cümleler çocuklarından bir şey istediklerinde ortaya çıkar. Çocuğun kendini borçlu ve minnettar hissederek onların istediği yönde karar almasını sağlamaya çalışırlar. Bir kız çocuk dünyaya getirmenin onlara yaşlanınca bakması anlamına geldiğini düşünen pek çok anne babaya rastladım. “Ben sana baktım, yaşlanınca da sen bana bakacaksın” dayatmasına çok küçük yaşlardan başlarlar. Böyle söyleyerek çocuğa aileye karşı bir sorumluluk hissi verdiklerini düşünseler de aslında çocuğa hissettirdikleri şey bu değildir.
Mükemmeliyet çıtaları çok yüksektir 
Bazı ebeveynler her şeyi kendilerinin çok mükemmel yaptığını düşündükleri ve kendi doğrularına gönülden inandıkları için çocuklarından da bu standartlarda davranışlar beklerler. Örneğin çok titiz ve mükemmeliyetçi bir anne çocuğunun yatak düzeltmesini beğenmez. Çocuk bir yapar, iki yapar her defasında beğenilmediğini görür, annesi arkasından kendi mükemmel standardında düzeltir. Düzeltirken de “yok öğretemedim ben size, olmadı, içinde yok zaten senin” filan gibi eleştirel, yargılayıcı cümleler kurar. Çocuğun içinde bir daha deneme hevesi kalmaz. Veya işinde çok başarılı olmuş bir baba aile işinde çalıştırdığı oğluna rehberlik edip işi öğretmek yerine sürekli eleştirir, her yaptığını yargılar, hakaret eder ve zamanla çocuk bırakın işi öğrenmeyi, o işin kapısından girmek dahi istemez. Bu ebeveynler hatayı asla kendinde aramaz. Suçlu, beceremeyen, değersiz ve yetersiz olan her zaman çocuktur. Bu çocuklar bilirler ki ne yaparlarsa yapsınlar asla anne babalarını memnun edemezler, onların standardında bir başarı yakalayamazlar. Zaman içinde kendi başarılarını değersiz görürler; çünkü anne babalarından onay almaları mümkün değildir. Kendilerini küçümserler. Yaptıkları hiçbir işin övgüye layık olmadığına inanırlar.
Fazla müsamaha gösterirler 
Yukarıdaki mükemmeliyetçi bazı ebeveynlerin tam tersi olan bir tip daha var ki; onlar da çocukları ne yaparsa yapsın şak şak şak, bravo, süpersin, muhteşemsin diyerek çocuğu çok fazla pohpohlarlar. Çocuk ne yaparsa yapsın alkışlanmayı, onaylanmayı bekler. Gerçekçi bir dünyada yaşamaz. Bu evlerde kurallar, sınırlar pek yoktur. Çocuğa her istediği verilir, ağlamasına kıyılmaz, kafasını sehpaya vursa sehpa suçludur, arkadaşına vurduysa arkadaşın ne yaptı da hak etti diye sorulur. Çocuğun hiçbir hareketinin sorumluluğu alması beklenmez. Hep başkaları ve çevre suçlanır, çocuk göklere çıkarılır. Bu durum çocuğa aşırı bir özgüven verir ve kendini davranış bozuklukları ve sosyal ilişki bozukluklarıyla kendini ortaya koyan kişilik bozukluklarına sebep olur. Empati kuramaz, kurallara uymaz, saygı göstermez, eleştiri kaldırmaz, hatasını kabul etmez, saldırgan tepkiler verir.
Dış görünüşlerine yönelik etiketleyici sıfatlar kullanırlar
“Çok çirkinsin”, “şişmansın”, “üzerindeki sana hiç yakışmamış”, “çok sıskasın”, “saçların hiç güzel olmamış” gibi. Bunlar şaka niyetiyle bile söylense çocuklar henüz soyut düşünemedikleri için bunları gerçek olarak algılarlar. Dış görünüşlerine yapılan bu tip yorumlar çocuklara kendilerini güvensiz, değersiz hissettirir. Fiziksel görünümleriyle ilgili hep kuşkulu olurlar ve kendilerini yetersiz hissederler. Böyle yorumlar çocuklarda yeme bozuklukları gibi ruhsal sorunlara zemin hazırladığı gibi kendilerini beğenmedikleri ve yargılanacaklarını düşündükleri için içine kapanmalarına da sebep olabilir.


 Bencilce anlık pişmanlık duygularını ifade ederler
“Keşke hiç doğmasaydın”, “Keşke böyle bir çocuk olmasaydın” Hiçbir çocuk bu dünyadaki varlıklarını sorgulatan böyle bir cümleyi asla duymamalı. En değerli gördükleri kişilerin ağzından böyle bir cümle duymak onların dünyada olduklarına pişman olmalarına sebep olur. Benliklerine büyük yara açar ve erken dönemde depresyona, davranış bozukluklarına neden olabilir.
Sağlıksız kıyaslamalar yaparlar
“Neden sen de daha fazla kardeşin/kuzenin/ şu arkadaşın gibi değilsin?” “Arkadaşların senden daha iyi” “Ben onun annesi/babası olsaydım keşke” Böyle kıyaslamalar çocuğun özgüvenini çok fazla zedeler ve ne yaparlarsa yapsınlar asla yeterli olamayacaklarını düşünürler. Ayrıca kardeş arasında yapılan bu tür kıyaslamalar kardeşler arasındaki ilişkiyi de sağlıksızlaştırır. Birbirlerine karşı kıskançlık ve öfke duyguları biriktirmelerine sebep olur.
Küçümseyici hakaretler ederler 
“Sen aptalsın” “Hiç bir işe yaramıyorsun” “Sen bir zavallısın” “Böyle devam edersen hiçbir zaman başaramazsın”. Bazen direk cümle olarak söylenmese de böyle imalarda bulunurlar ya da soru formunda cümleyi kurarlar. “Böyle zavallı gibi ağlama” “Ancak aptallar bu soruyu cevaplayamaz” “Beceriksiz misin sen, neden yapamıyorsun?” gibi. Bu tip ifadeler de çocuğun özsaygısına ve özdeğerine büyük zarar verir.
Boş vaatler ya da tutamayacakları sözler verirler 
“Bunu yaparsan sana şunu alırım” “Çok istediğin yere seni yarın götüreceğim” Ama sonra bunları gerçekleştirmezler. Bir ebeveyn yapamayacağı sözler verdiğinde hatta bunu istediği davranışı çocuğa yaptırmak için bir ödül / tehdit mekanizması olarak kullandığında çocuğun güvenini kırar, çocuğa kendini aldatılmış hissettirir. Böyle davranmak tam olarak çocuğa kimseye güvenmemeyi öğretir.
Duygularını görmezden gelirler 
“Ne var bunda üzülecek?” “Korkacak bir şey yok!” “Bebek gibisin” “Kendine gel!” “Bu kadar heyecanlanacak ne var?” Çocuğun duygusunu görmez, kabul etmez, hatta öyle hissettiği için kendisini kötü hissettirirler. Bunları duyan çocuk kendini suçlu, yetersiz, utanmış, yalnız hisseder. Duygularını bastırmayı, görmezden gelmeyi, -mış gibi yaşamayı öğrenir.
Ebeveynlerin çocuklara yaklaşımı onların kişilik ve özgüvenlerinin temelini atar. Tüm dünyaya ve ilişkilere bakışlarını şekillendirir. Pam Leo’nun o çok ünlü sözünü birlikte hatırlarsak: “Çocuklara konuşma şeklimiz onların iç sesi haline gelir.” Sözcüklerimiz, ses tonumuz, tavrımız ve yaklaşımımızdaki şiddet fiziksel olarak zarar vermese de duygusal olarak çok büyük yaralar açar.
Bunları okurken “yok artık kim söyler ki bunları çocuğuna?” diye düşünmüş olabilirsiniz. Ama inanın söyleyenlerin sayısı hiç de az değil ve bunları söyleyenler zarar verici etkisinin bilincinde olmadan davranıyor.
Karar sizin!