Aşk ,bilmeyenlerin konuştuğu bilenlerin sustuğu şeyin adı .Bu adamın buraya çıkıp Aşkı anlatıyor

oluşu Aşkı , bildiği için değil ,bilmediği içindir.Derler ki ; bilen söylemez , söyleyen bilmez. Öyle ki ,

koca Mevlana’ya sormuşlar :”Aşk nedir” ? diye “Ben ol ki ,bilesin” demiş.

Aşk denen gizemli okyanusun sularında ilerleyeme çalışacağız . Aşkı haritası çizilmemiş bir okyanusa

benzetebiliriz çünkü aşkın ucu bucağı derinliği, dalgası , fırtınası ,suküneti ve de yönü..kişiden kişiye

değişen özellikler gösteriyor. Hatta o okyanusta yüzdüğünü varsayıp ,yeniden suya dalanların yine

öngöremedikleri ve bilemedikleri yerlere sürüklendiği bilinir. Lakin , Sonsuz bir denizdir ve bu deryada

attığın her kulaç sevgiliye uzanan yoldur. Ateşten bir denizdir o . Gerçek aşıklar mumdan gemilerle

geçer o denizi. Şair, “birden bire kapın açılır gibi sevdalanmak birilerine , ansızın “ diyor ya ; işte

birden bire kapı açılıyor ,ansızın başlıyor ve de sonra neler oluyor ?

Aşk...

Aşk en azından başlangıçta, –sevgiliye- layık olma çabasıdır. Bu çaba aşkı felsefenin “ünite

komşusu” yapar. Zira insanın bir şeye “layık olma” muhasebesi, varlığın, varoluşun

sorgulanmasıdır. “Ben kimim –ki-” dedirtir, bazen aşk. Bir varoluş, varolma hesaplaşmasını taşır

satır/gönül arasında. Ve ,bilinçli ya da bilinçsiz, bilgi arayışı yaratır insanda ; ki “bu bilgiyi arayarak

bulamazsın , ne var ki bulanlar yanlızca aramış olanlardır”(Beyazıt-Bestami).Bu değer, denklik

arayışı, tek odaklı yanıt arayışı, hayatın her kesitinde, her anında o aşkı karşısına çıkartır. Şemsi

Tebriz-i gibi ” sen ol da ,ister Yar ol , ister yara ./ Lutfun da başım üstüne ,kahrın da.. “dedirtir yada

Nazım Hikmet gibi “Ne güzel hatırlamak seni / ölüm ve zafer haberleri içinden ,/yazmak sana dair ,

hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek “yazdırır.

Aşk, varlıkları birbirine bağlar, varoluşlarına anlam katar ve onların gerçek amaçları konusunda bize

bilgi verir. Çünkü, anlamlı olanı arayan insan zihni, ancak bu sayede belirsizlikten kurtulabilir. İnsana

sunulmuş engin anlam ve hakikat kaynağı olan “Aşk”, hakikat duygusuna en yaklaştığımız hal olan ,

sadece kendi hakikatimizi ötekine yansıtmak değil, ötekinin hakikatini de keşfetmektir. “Aşk” yeni bir

dünya kurabilme olanağıdır, hem de “dolu dolu yaşamanın” anlamlarıyla örülmüş bir dünya. Ve en

kuvvetli duygusu ise aşktır insanın anına anlam katan. Bir başka insanı, kişiliğinin en derindeki

çekirdeğindenkavramaktır.Çıkarsızca ve karşılıksızca değer biçmektir karşındaki insana. O yüzden

düşmemiş mi mürekkebinden şu sözler :

“Yar, deyince kalem elden düşüyor,

Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor,

Lambada titreyen alev üşüyor,

Aşk kâğıda yazılmıyor Mihriban”..

Erişilmeye çalışılan güzelliğin, iyiliğin, hakikatin olmadığı bir yaşantı, aşk olamaz. Bu yüksek değeri

yaşamış olmaklığın katkısıyla çıkılır aşk yolculuğuna. Orada güzel tenlere, güzel canlara (ruhlara)

varılır. Tenle, canla yoğrulmuş, düşüncenin, duyguların, umutların, sevinçlerin, acıların paylaşılıp

yaşandığı, güzele, iyiye, doğruya, barışa, dostluğa, dürüstlüğe doğru birlikte yürümektir aşk. Aşk,

insana yetkin olanın, iyinin ardına düşmenin yolunu gösterir.Aşkta yoksunluklar, çaresizlikler, yarı

bilgisizliklerle, zenginleştirici, geliştirici, şifa verici deneyimler iç içedir. Aşk, bir anlamıyla, arada

olabilenin yaşayabildiği, doğruyu, ölümsüzlüğü, hakikati arama yolculuğudur , bir manada da insanın

ruhunun bir tekamülüdür, yükselişidir. “İkiden Bir’e ulaşmak” , bizdeki sonsuzun, sonsuz olanın

farkına varmaktır. Gönül denilen o frekansı kavrayabilmesidir.

2-Yunus Emre’ de Aşk

Savaşların, adaletsizliklerin, hürriyetsizliklerin ve sevgisizliklerin egemen olduğu çağımızda insanoğlu

yine "Düşmanımız kindir bizim" ,“Gelin tanış olalım /İşin kolay kılalım /Sevelim ,sevilelim /Dünya

kimseye kalmaz” diyen sesi özlüyor. Bu, Yunus'un sesidir. "Yetmiş iki millete bir göz ile bakan ,

Yaratılanı severim , Yaradan ötürü “ diyen bir ermişin sesidir. Yunus Emre ‘de Tanrı sevgisi / aşkı

mistik bir inanç değildir. Dost deyince sevilen varlık , gönülde kurulan Tanrı –İnsan –Evren birliği ‘dir.

Çünkü gönül Tanrının evidir. Bu yüzden Yunus , “Gönül çalabın tahtı/ Çalap gönüle baktı /İki cihan

bedbahttı / Kim gönül yıkar ise” dizeleriyle ,gönül yıkmanın, Kabe'yi yıkmaktan daha günah olduğunu

belirtir.Zira Hakk'ı sevmek yaratılmışları sevmekten geçiyordu. Allah ‘ın zarfa değil , öze baktığını bilen

Yunus yine şöyle devam ediyor :”Dervişlik dedikleri hırka ile taç değil. Gönlünü derviş eyliyen ,hırkaya

muhtaç değil “.Ona göre sevgi , hayatın ruhudur .Bu yüzden sevgi şemsiyesi altına bütün varlıklar

girdi. En başta da insan...Zira, asıl sevgiye muhtaç olan oydu. Öte yandan sevgi, onda kuru bir teori

olmadı. Bu anlayışı bir inanç hâline getirip yaşayarak günlük hayatının bir gerçeğine

dönüştürdü.Yunus, mısralarıyla bu çağın da bir aşk hocasıdır. Muhabbet rehberidir. Sevgi elçisidir.

Hem Hakk'a hem de doğruluğa, iyiliğe ve güzelliğe, bu değerlerin hâkim olduğu bir dünyaya ulaşmak

konusunda yol gösteren bir uyarıcıdır.

Yunus’a göre aşk, tanımlanan değil, tanımlayandır, anlam değil, anlamlandırandır. Aşk, asıl ve öz

olması nedeniyle varlık ve duygu planında var olan her şeye “şey” olma anlamını kazandırmaktadır.

İşte kendisi anlamlanan değil, anlamlandıran olması nedeniyle, Yunus’a göre gerçekte aşkı tarife ve

tanıma sığdırmak imkânsızdır; o yüzden de Aşk ‘ı, her şey olarak ifade eder. Her şeyden önce Tanrı

aşktır, varoluş aşktır. Yer, gök, arş, aşktır. Dağları zerre zerre eriten, denizleri umman eden, kaynatan,

coşturan aşktır. Göklerin dönmesine sebep olan aşktır. İman, küfür, isyan aşktır. Aşk yüz bin İsa ile

Musa’yı sergerdan gezdirir. İbrahim’e Nemrud’un ateşini gülistan eyleyen de aşktır. Kısaca tarifi

olmayan aşk, her şeyin özüdür ve her şey aşkın eseridir. Bir başka deyişle, seven ve sevilen, öven ve

övülen, aşık ile aşık olunanın bir ve aynı olduğunu dile getirmektedir .

Yunus ‘da aşk, öyle bir aşk ki ;benliği unutup gerçeği aramaktır. Yunus ‘da Aşk , bilmektir ,kalpde gizli

bulunan ezeli ve ebedi özü,doğrudan perdesiz görmektir ; bu yüzden , “Aşk “kelimesine yerine

çoğunlukla “Işık” ,görme anlamını da içeren “Işk” sözcüğünü kullanır. fakat benlikle sevdikçe bu Aşk

bilinmez. Aşk , pervaneler gibi; o ışığın aşkıyla dalıp , ateşte yanıp dirilip ,tekrar tekrar yanmaktır. Bu

bakımdan Aşk, kişinin ruhi tekamülünü yanarak sağlaması için bir yolculuğun başlangıcıdır. Ne zaman

tanır ,ne mekan . Teslimiyetle ait olmaktır. Ait olduğunu bildiğin bir ruhun, ve hatta daha büyük bir

gücün bir parçasının o en güzel suretine, damla damla akmaktır . O Aşk ki ; “Dağa düşer kül eyler

/gönüllere yol eyler /Sultanları kul eyler / Hikmetli nesnedir aşk .”

“Beni bende demen ,bende değilim / Bir ben vardır bende , benden içeri“

Dizeleriyle de adeta bir “ben ” ‘de tüm kişi zamirlerini anlatmıştır . (altı tane ben sözcüğü var) .Eylemi

çoğu zaman sevgi olan Yunus , her bir ben’de diğer ben’i dikkate sunmuş ve de eylemini onun için de

gerçekleştirdiğini söylemiştir. Ben severim ,seni de ,onu da ; bizi de ,sizi de ,onları da ; beni de .. Her

ne yaparsam yapayım , ayıramam beni diğer benlerden . Ben ,bendini aştı mı böyle olur ;ne yaparsa

yapsın benden çıkar tüm benleri, beldeleri dolaşır. İşte , Yunus için varoluş gerçeği budur ;ben varsa

ya da olacaksa ; sen de ,o da ,biz de siz de ,onlar da olacaktır. Yoksa “ ben “ sendeler, ya da kaybeder

onurunu.Çünkü onur , ilk bende değildir ,diğer benleri kucaklayışındadır ; tıpkı bizim olduğu kadar

tüm insanlık için ülkü mabedi dilediğimiz gibi.Görünen o ki , Yunus , bende çoğullaştırmış ; ama

bende de bütünleştirmesini bilmiştir. Yakınçağ ise tam tersine bende tek tipleştirmiş; ama bende de

ayrıştırmıştır. Bu yüzden olsa gerek yakınçağın Yunusu olmamıştır, ne garip akılcılığın da manifestosu

bu çağda yazılmıştır. Yunus , usuyla arınırken , yakınçağda da us yolunda kirlenmiştir insanlık; bu

yolda başlamıştır senlik, benlik davası . Yaralıyım , yaralısın ,yaralı ;yaralıyız ,yaralısınız ,yaralılar ,

yakınçağın arındıran değil , tam tersine kirlendiren usuyla ! Dünyadaki tüm kitaplar , tüm hesaplar,

akıl oyunları ,sayfalarca laflar aşkın yerini tutmaz.Kitaplardaki bilgi zihne yazılır ve ölüdür, bilgelerdeki

bilgi (irfan) kalbe yazılır ve diridir. Kitapta sevgi yoktur ki alalım, kişi, bilgelerin sevgi ve şefkat ışığıyla

gelişir. Nitekim , okuyarak öğrenmeli ama severek anlamalı ,yani Yunus Emre dediği gibi “İlim ilim

bilmektir / İlim kendini bilmektir /Sen kendin bilmezsen /Ya nice okumaktır .” demiş ve şu şekilde

devam etmiştir: “Okudum bildim deme / Çok taat kıldım deme /Eğer Hak(Hakikat) bilmez isen /Abes

yere gelmektir “

Akıl , aşkın neresinde ?

Mevlana ‘nın“ Aşka uçmazsan kanat neye yarar?” sözüyle , bahşedilen aklın ancak Aşk’ a varma

gayesi olduğunu ,aksi durumda aklın bir işlevi olmadığını dile getirirken , Yunus bunu bir adım öteye

taşıyarak “Aşka vardıktan sonra kanadı kim arar!” diyerek ,bütün gayesinin Aşk ‘ a varmak olduğunu ,

gerisinin bir anlamı olmadığını belirtir ; çünkü , son tahlilde bir vecd halidir, bu hal ile dile geldiğinde

akıl karıncalanır, ritim yükselir ve gökyüzü hemen kanımıza karışır. Coşku ve heyecan, bitimsiz ve

konsantre bir alana doğru hapsolur. İşte aşık hep tam burada kaybolur. Leyla faslını tercüme etmek

için ideal bir adrestir bu nokta.

Yunus’a göre akıl, Allah’ın bahşettiği, irade gücü, kendini kontrol etme ve kendini tanıma yetisidir.

Akıl beden kalesinin imparatoru iken, kalp; akıl ve beden arasındaki bir hazine gibidir. Bu hazine, aşkın

gücü ile açılır. Akıl, ruhun eylemleri üzerinde tam kontrol sahibi olabilir. Kalb ki ilgi ve hikmetin

merkezi olması dolayısıyla “Tanrı’nın tahtı” olarak tarif eder , akıl kendisine eşlik ettiği zaman

imparatorluk makamını elde eder. Sevginin rüzgarıyla dağıldığında akıl, tüm ruhi ve muhakeme

yetisiyle birliğin okyanusunda kaybolur ve yeni ufuklara yönelmiş bir gezgin haline dönüşür. Yunus’a

göre akıl, ilahi tezahür ve gizemleri kuşatmada şaşkın ve acizdir. Akıl, ruha; sadece kalbin kaidelerine

itaat ettiği sürece erişebilir. Aslına bakılırsa birliğin /hakikatin esrarının bilincindeki bilge kişi, dünya

menfaatlerine kıymet vermez ve kendini ihmalkarlık parmaklıklarının ardına hapsetmez. Böylece o

maddi dünyanın ötesine nüfuz etmiş bir bilge kişiliğe bürünür. Yunus Emre’ye göre muhakeme ve aşk

birbirinden ayrı ve bağımsız gerçeklikler değildir. Aksine onlar birbirine geçmiş haldedirler ve

birbirlerini kontrol ederler. Aşk tarafından yönlendirilmeyen akıl, yanlış yola sapar ve böylece ruh

tarafından bozulur. Bunun yanında akıl yoksunu aşk da her zaman basiretsiz bir şekilde deliliğin

kıyısında olmaya mahkumdur. Tüm bu tehlikelerden aşkı muhafaza eden şeyse aklın, itidalli oluşudur.

Sonuç olarak Yunus Emre bu iki uç noktada orta yolu benimsemeyi önerir.

Yunus ‘ u yine kendi mısralarıyla özetliyelim:” Ete kemiğe büründüm , Yunus diye göründüm”

K:.lerim , Aşkı, yaşamı, insanı, Tanrı’yı, evreni, varlığı konuşmadan zaten aşkı konuşamazdık ; fakat

Aşkı anlatmaya, anlamaya yetmez düşüncelerin gölgesinde tanımlanmış aşk.Buraya kadar haddimi

aşarak , yaşamlar boyu devam eden bir arayışın, insanın çıktığı ana kaynağa yani Tanrıya geri dönme

çabalarından biri olan “Aşk" hakkında ; kah söylenilenlerden , kah duyduklarımdan kah da gördüğüm

âşıkların hallerinden kendime göre; biryandan da Yunus ‘un "Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü

söyleme /Seni sîgaya çeken bir Molla Kasım gelir” ikazıyla,irdelenmesindenibarettir.Lakin,idealize

edilmiş bir aşkı bahsediyorum. En kemal noktadaki aşkı bahsediyorum. Yoksa bunun cüzine de

razıyım. Kapının eşiğine de razıyım. İçerdeki has oda bahsettiğim mevzu odur.

Gerçek âşık olan demiş ki:“miskin Yunus söyler sözün / yaş doldurmuş iki gözün / bizi bilmeyen ne

bilsin/ bilenlere selam olsun.”

ismet kahya <[email protected]>, 9 Mar 2023 Per, 19:30 tarihinde şunu yazdı:

En yeni yazım 

Sevgi Üzerine Yolculuk

Sevgi, sözlük anlamı olarak, “bir kişiye ya da bir şeye karşı duyulan ilgi, bağlılık, içtenlikli yakınlık duygusu, derin sevecenlik; o kişinin ya da şeyin iyiliğini isteme, ona içten bağlanmadır” tanımlanmaktadır. Sevgiyi, somut bir eşya gibi varsaydığımız zaman, yanımızda, çevremizde, görmekten hoşlandığımız bir eşya niteliğini, soyut bir duygu olarak varsaydığımız zamanda ise, hayallerimizi  süsleyen en güzel rüyalarımızı, bir kişiye yoğun olarak hissetmiş olduğumuz o duyguları açığa çıkartan, yeşerten ve büyüten olarak da tanımlayabiliriz. Şimdi gelin sevgi yolculuğumuzda bize eşlik eden yolcuya kulak verelim:
Kuramı açıklandığı  zaman bile,  çok az kişi onu anlamış, günümüzde halen yanlış anlaşılma ve önyargıyla çarpışmaya mahkum olmaya devam etmektedir. İnsanlar ne zaman gerçekten sevginin  anlamını anlar, o zaman benim sözlerimi açığa çıkartabilirsiniz demiş güzel insan.

“Bilimin açıklayamadığı son derece kuvvetli bir güç var. Bu güç herkesi kapsıyor ve yönetiyor , evrenin çalışmasını sağlayan her olgunun arkasında bile o var ve henüz bizim tarafımızdan tanımlanamadı.

Bu evrensel güç SEVGİDİR.

Bilim insanları, evren için birleşik bir kuram ararken, görülemeyen en kuvvetli evrensel gücü unuttular.

Sevgi Işıktır, onu alıp verenleri aydınlatan.

Sevgi yer çekimidir, çünkü insanların birbirine çekim hissettmelerini sağlar.

Sevgi kuvvettir, çünkü bizdeki en iyiyi çoğaltır, ve insanlığın kör bencilliklerinde tükenmemesine izin verir.

Sevgi için yaşarız ve ölürüz.

Sevgi Tanrıdır ve Tanrı sevgidir.

Bu güç herşeyi açıklar ve yaşama anlam katar. Bu bizim çok uzun süredir göz ardı ettiğimiz bir çelişkidir, çünkü belki insanın evrende kendi özgür iradesiyle kullanamayacağı tek enerji olduğu için sevgiden korkuyoruz.

Sevgiye görünürlük verebilmek için, en ünlü denklemimde basit bir yer değiştirme yaptım.

Eğer E=mc2 yerine, dünyayı iyileştirecek olan enerjinin ışık hızının karesiyle çarpılacak sevgiyle sağlanabileceğini kabul edersek, şu sonuca varıyoruz: sevgi en kuvvetli güçtür, çünkü sınırı yoktur.

İnsanlığın evrendeki bizim düşmanımız haline gelen diğer güçleri kullanmakta ve kontrol etmekte ki başarısızlığından sonra kendimizi başka çeşit bir enerjiyle beslememiz zorunludur.
Eğer türümüzün hayatta kalmasını istiyorsak, eğer hayatta bir anlam bulmamız gerekiyorsa, eğer dünyayı ve içinde yaşayan her duyarlı varlığı kurtarmak istiyorsak, sevgi tek ve biricik cevaptır.

Belki bir sevgi bombası, gezegenimizi harap eden açgözlülük, nefret ve bencilliği tamamen yok edebilecek kadar güçlü bir cihaz, yapmaya hazır değiliz.

Buna rağmen her bireyin enerjisini açığa çıkartmayı bekleyen küçük ama kuvvetli bir jenaratör var.

Bu evrensel enerjiyi almayı ve vermeyi öğrendiğimiz zaman sevgili Lieserl, sevginin hepsini yendiğini, herşeyin ötesine geçtiğini doğrulayabileceğiz, çünkü sevgi hayatın en özlü kısmıdır.

Bütün hayatım boyunca kalbimin içinde sana dair sessizce atanları ifade edemediğim için çok derin bir pişmanlık duyuyorum. Belki artık özür dilemek için çok geç, ama zaman göreceli olduğu için sana söylemem gerekiyor : seni seviyorum ve nihai cevabı bulduğum için sana teşekkür ederim.”
Yukarıda değinilen konu ve mektubu yazan kişi, Albert Einstein’ın ta kendisidir. Sevgi yolculuğumuz esnasında bize eşlik edene Enstein, kızına yazmış olduğu bu sözleri biz kez daha biz de anmış olduk. Sevgi yolculuğumuzun diğer yolcuları, insanın kendisi, farkındalık seviyesi, kendini bilmesidir. Bu süreçte kendini bilen, kedini sever, farkında olan, sevgiyi iliklerine kadar yaşamayı öğrenir. Sevgi beynimizdeki çok sayıda sinirsel hücrelere benzer, sevgiyi bilirsek, anlarsak, beyindeki yeri de büyümeye başlar. Yani daha güzel bakış açıları, daha güzel güneşli günlerin sayısını hep görmeyi beceririz. Bu yolu en etkin yürütmenin yolu peki nedir, nasıl farkında olarak, severek, sevilerek yaşayabiliriz? Cevabı, yine içimizdeki, benliğimizde saklı, ama ek olarak şunları sizlere söyleyebilirim. Anahtar kelime sanattır. Sanatın, inceliği, ilk önce özümseyen kişiye, sonrasında çevreye, en sonunda ise tüm topluma bir güneş gibi yayılır. Son olarak sevgi yolculuğumuzda sizlere şunları söylemek isterim. Sevgi eşittir sanat, sanat eşittir, incelik, incelik eşittir farkındalık, farkındalık eşittir eyleme geçme ve eyleme geçme eşittir insanın özü