18 Mart 1915 denilince, geliyor aklıma askerlerin sabah, öğle akşam çoğu zamanda öğünleri atladığı, boş geçtikleri o yemek listesi.

18 Mart denilince geliyor aklıma, “Ben size taarruzu emretmiyorum ölmeyi emrediyorum, biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler gelir, başka komutanlar hâkim olabilir.” Emrini  veren Atam.

18 Mart 1915 denilince geliyor aklıma, kadınlarımızın cephede savaşan askerlere yemek yapması, cephanelik taşıması, hamile olan kadınlarımız olmasına rağmen yine de milli mücadele ruhundan vazgeçmemeleri, fedakarlık göstermeleri ve her şeyden önemlisi varını yoğunu kendi rızaları ile vatan mücadelesi için savaşan askerlere teslim etmesi.

18 Mart denilince geliyor aklıma, düşman ile karşılıklı savaşırken yaralı düşman askerine yardım edebilen askerimiz, farklı illerden coğrafyadan insanlarla akşam vakitlerinde bir araya gelip de acıklı, bir o kadar da neşesini kaybetmeyen şarkıların söylenmesi.

18 Mart denilince aklıma geliyor, Baba Dr. Tarık Nusret.

Çanakkale zaferimiz her yönüyle canlı tutulması gereken bir bağımsızlık savaşıdır. Savaşın içerisinde öyle bir kare vardır ki, sadece oraya ışık tutulup bakılsa ne kadar zahmetli kazanılmış olduğu anlaşılacaktır. Işık tutulması gereken karelerden birisi de cephane gerisinde yer alan, sağlıkçılarımızın, erzak getiren hanımlarımızın, yaralı askerlerimizin yer aldığı  sıhhıye çadırıdır. Gelin şimdi hep birlikte gözlerimizi ışık tutulan kareye çevirelim.

 Çanakkale Savaşında cephenin gerisinde yaralı askerlerin en çok ihtiyaç duyduğu şey “Morfin“di.

Doktorlar yaralı askerlere ağrı kesici bulmakta zorlanıyorlardı. Bu yüzden bir nöbet tutuluyordu.

Hastaların ameliyatı için hazırlanan çadırın önüne bir masa kurulmuştu.

Sedye ile gelen her yaralı, burada masaya koyuluyordu. Doktorun elinde enjektör, enjektörün içinde ağrı kesici..

Doktor ilk muayeneyi yapıyordu ve yaşama olasılığı olan, ameliyat edilmesi halinde yaşayacağına inandıkları askerlere ağrı kesiciyi yapıyordu..

Oysa gelen her yaralının ağrı kesiciye ihtiyacı vardı. Fakat herkese yetecek kadar ağrı kesici yoktu..

Doktor duygusal karar vermemek için yaralıların yüzüne bakmamakta, iyileşme şansı yüksek olan yaralılara ağrı kesici yapmaktaydı..

Yine doktorun önüne bir asker getirilir.

Yaralının ağır yaralarına bakan doktor, askerin iyileşemeyeceğini öngörür ve ona ağrı kesiciyi yapmaz..

O sırada askerden iniltili bir ses duyulur..

“Baba!”

Sedyedekinin kendi evladı olduğunu görünce , Doktor Tarık Nusret’in boğazına düğüm inmişti. Oğlu Çok acı çekiyordu.

Herkesin gözü doktora çevrilir, yaralar içinde kıvranan asker doktorun öz oğludur..

Doktor buna rağmen yine ağrı kesiciyi oğluna yapmaz ve bir kaç saat sonra da oğlu şehit olur..

Doktor, şehit olan oğlunun cansız bedenine sarılır ve şöyle der:

“Affet oğlum, onu sana yapamazdım, çünkü iyileşme olanağın yoktu”

İşte bu topraklar iyileşme olanağı olmadığı için tek bir ağrı kesiciyi bile oğlundan esirgeyen o güzel insanlar tarafından vatan yapılmıştır.

Ve bizim..

Çanakkale savaşını kazandığımız o tarihi anlardan biri de hiç şüphesiz Doktor Tarık Nusret’in iyileşme olanağı olmadığı için öz oğluna ağrı kesici yapmadığı o an’dır..

Gözleri dolu bir şekilde “gölge bir yere kaldırın” diyebildi ancak doktor Tarık Nusret. Kanından, canından çok sevdiği evladı bir kenarda acıyla ölümü bekleyecekti. Bir gölge bulun diyebildi ancak.

 O bir babaydı, o bir hekimdi. İşte Çanakkale savaşanı biz hissi değerlerimiz ile bu şekilde kazanmayı başardık. Önemli olanın hisse senetleri, mal mülk, son teknoloji savaş aletleri olmasından ziyade, kalbimizdeki olan inancın, sevginin, azmin, fedakarlığın vb. tüm güzel şeylerin olduğunu o gün ve tarihte herkese göstermeyi başardık. Halen de göstermeye devam etmekteyiz. Son olarak şunları diyebilirim. 18 Mart Çanakale zaferimiz kutlu olsun hepimize.