Tarlanın ortasına dikilen o sessiz muhafızı bilirsiniz: korkuluk. Ne konuşur, ne yürür; ne de gerçekten korkutur.

Ama yine de kuşlar ondan ürker.

Çünkü korkuluk, bir tehdidin temsilidir.

Dikkat edin:

İnsanlık tarihi boyunca korkuluklar yapılmış; ama hiçbiri kurt suretinde olmamıştır.

Ayı, aslan, leopar…

Doğanın en yırtıcı mahlûkları bile korkuluğa layık görülmemiştir.

Çünkü insan, korkuluğun bizzat kendisidir.

Kurt açtır; doyar.

Aslan avlanır; yatar.

Ayı saldırır; çekilir.

Hepsinin zulmü bir sınıra dayanır: ihtiyaç.

İnsan ise ihtiyaçla yetinmez.

İnsan yakar; sonra nutuk atar.

İnsan sürer; sonra “medeniyet” der.

İnsan, ihtiyacın ötesine geçer; hırsına, zevkine, ideolojisine, çıkarına, hatta sırf canı istedi diye zulmeder.

İdeolojisi için çocuk gömer.

Bugün Filistin’e bakın.

Orada kurt yok, aslan yok, ayı yok.

Ama yıkılmış evler var.

Annesiz çocuklar var.

Kundağında kefenlenen bebekler var.

Ve hepsinin karşısında, kravatlı, üniformalı, kameralar önünde konuşan insanlar var.

Korkuluk neden insana benzer biliyor musunuz?

Çünkü kuş, kurtla karşılaşınca kaçar; ama insanla karşılaşınca donakalır.

Zira insan, ne yapacağı belli olmayan tek varlıktır.

Filistinli çocuk da öyledir.

Kaçacak yeri yoktur.

Sığınacak göğü yoktur.

Toprağı mezar, gökyüzü mermi olur.

Kurt sizi parçalar, biter.

İnsan sizi yaşatır; ama eksilterek.

Bir kolunuzu alır, bir evinizi alır, sesinizi alır, hafızanızı alır, umudunuzu alır, adınızı değiştirir, hatıranızı siler; sonra da kameraya bakıp “savunma” der.

İnsan öldürür; sonra kelime icat eder.

Bombaya “operasyon” der.

Ablukaya “güvenlik” der.

Ölü çocuğa “kaçınılmaz kayıp” der.

İşte zulüm, insanın dilinde böyle makyajlanır.

Hayvan dürüsttür.

Ne ise odur.

İnsan ise maskelidir.

Bir yüzü vardır; bir de niyeti.

Ve Filistin’de niyet, yüzünden daha çıplaktır.

Tarih denen mezarlıkta, en çok hangi mahlûkun kemiği vardır sanıyorsunuz?

İnsan eliyle öldürülmüş insanların.

Ve en ağır taşlar, üstünde isim bile yazmayan Filistinli çocuk mezarlarının başındadır.

İnsan, kendinden korkar aslında.

Bu yüzden korkuluk diker.

Kendi suretini çiviler tarlanın ortasına.

“Ben buradayım,” der.

“İtaat et.”

Ama kuşlar zamanla alışır.

İnsan da alışır zulme.

Dün bağırdığına bugün susar.

Bugün sustuğuna yarın gerekçe bulur.

En korkunç olan da budur.

Zulüm süreklilik kazanınca, adına düzen denir.

Sessizlik uzayınca, adına diplomasi denir.

Vicdan susturulunca, adına denge denir.

Oysa Filistin, dengenin değil; insanın neye dönüştüğünün aynasıdır.

Korkuluk hâlâ oradadır.

Ama kuşlar artık korkmaz.

İnsan ise hâlâ ürkütür.

Ayrıca, kendini terbiye etmedikçe;

kendi içindeki canavarı zincire vurmadıkça;

kendi gücüne bir “hesap” bağlamadıkça,

yeryüzünün en zalim mahlûku olmaya devam edecektir.

Ve belki de bu yüzden, korkuluklar hiçbir zaman aslan suretinde yapılmadı.

Gerek kalmadı.