Her hakkın bir dayanağı vardır! Yaşamak, yürümek, koşmak, seyahat, barınma, kendine neyi hak görüyorsan.
Hukuki, siyasi, insani yada inanci...
Üniter devlet olmanın sorumlulukları, ulus bilincinin gereği bütün bu kapsamı içinde barındırır!
Kitlesel yada etnik olarak ayrımcılık, imtiyaz yada vesayet, bu barınmanın çatısını uçurur.
Toplumsal mutabakatı ortadan kaldıracak bu yozlaşma, 'Anayasa' adı verilen metni de askıya alır ki, sonucu malumdur!
Kurucu yapının içinde olması gereken kurumsal işleyişin yegane temeli de budur.
Devlet, bu temel çerçevesinde terörle, iltisakıyla, eylemselliği ve fiiliyatıyla bir arada olamaz, pazarlık yapamaz, aynı masada bulunmaz veyahut ayrıcalıklı davranamaz.
Terörü oluşturan unsurları, dayanakları, çerçeveyi ortadan kaldırır, oluşmuşsa yok eder.
Demokrasinin ana yasası da bunu gerektirir. Kendini ortadan kaldırmaya yönelik girişimleri soğurur/içine çeker/ortadan kaldırır!
Demokrasi, karşısındaki militarizme, taassuba ve aristokrasiye yol vermez, verirse kendisini ortadan kaldırır!
Dolayısıyla, devletin bu demokratik işleyiş yapısına karşı girişimden öte fiiliyatlarını her defasında övünerek itiraf eden, anlatan ve bu militarist faşizan yapıyı ilke ve felsefe edinen yapılarla; demokrasi adına pazarlık veya yapısal imtiyazlar masasına oturması olası değildir.
Halk kitleleri, kimselerin zümresi olarak düşünülemez.
Halkın kendi seçmediği, temsile yetkili kılmadığı hiçbir kişi/şahıs ve bu şahsın etrafındaki biatçıları bütün bir halkı, etnik ayrımcılık üzerinden temsil hakkına sahip değildir.
Siyasi irade ise, demokrasi adına aldığı temsiliyet yetkisini bu yöne evriltirse aynı antidemokratik boşluğa düşer.
Türk Ulusunun, üniter devlet yapısı ve demokratik işleyişinin, hakimiyetinin kayıtsız şartsız temelini oluşturan Türkiye Büyük Millet Meclisi de, bu variyeti ortadan kaldırmaya yönelik girişimleri destekleyemez, desteklememelidir.
Nitekim sırf etnik ayrım gözeterek yıllardır, üniter yapıyı oluşturan bütüne terörün her türlüsünü yaşatan bir yapının siyasi kanadını oluşturan bir parti, eğer çözüm noktası ve sürecinde muhatabiyet yetkisine sahip değilse, kendisini sorgulamalıdır. Ve eğer, kendi çatısı altındaki bir siyasal temsiliyeti muhatap almayan/aldırılmayan Meclis ve kendini oluşturan unsurlar/siyasi parti ve siyasi temsilciler de aynı sorgulamadan geçmelidir!
Dolayısıyla CHP'nin muhatabı İmralı'da tutuklu bulunan bir terör suçlusu değil, onun eylemselliğini desteklediğini deklere eden siyasi yapı, DEM'dir.
MHP'nin, ayrılıkçı terörist seviciliğine uzanan DEM'lenme süreci ise hem demokrasi ve hem de üniter ulusal yapılanmanın oluşturduğu devlet erkiyle uyuşmamaktadır!
Kendi yapılanmasını Kürt halkının etnik yapısıyla bağdaştırarak, 'Kürdistan' vurgusuyla İşçi Partisi olarak anan terör örgütünün, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni 'dize getirme' nidaları eşliğinde cezaevi yollarına dizilmek de bu uyuşmazlığın ana temasıdır.
Hiçbir siyasi parti ve oluşum, herhangi bir halkın/halk topluluğunun bütünsel temsilcisi olduğunu ileri süremeyeceği gibi kendine verilen oyların/temsiliyet hakkını bu ayrımcılık üzerinden dayatamaz.
Eğer Güneydoğu ve Doğu Anadolu için bir çözüm süreci başlatılıp dayatılacak ise bunun temelini, toplumsal mutabakat metni olan Anayasa çerçevesinde siyasi ve politik düzenlemeler oluşturmalıdır. Bunun da vazgeçilmezi, eşit yurttaşlık, imtiyazsız zümreler kapsamıyla toprak ve üretim reformu yapılmasıdır. İnsani ve yurttaşlık hak ve hürriyetleri doğrultusunda, 'toprak işleyenin, su kullananın' ilkesi hayata geçirilmeli, feodal yapılanmalar, baskı ve dayatmalar ortadan kaldırılarak önü kesilmelidir.
Onca yüreğe ateş salıp korlayan, sonrasında da silahları ateşe çeviren terör örgütü ve siyasi uzantıları, çözüm sürecine bu minvalde yaklaşmamakta, bu gerçeği yok saymaktadır.
Bu yok sayış, demokratik ve insani haklar bütününde de, hiç kimseyi yada yapıyı kendini inkar noktasından öteye götürmez.
(Devamı Gelecek...)