Türkiye’nin kentleri büyüyor ama bu büyüme çoğu zaman başıboş bir yayılma gibi… Kimi yerde yollar plansız, kimi yerde nüfus çok ama hizmet yetersiz.

Yerel yönetimler tam da bu noktada devreye girmeli. Peki, mevcut sistem bu ihtiyaca karşılık veriyor mu?

İlçeler hâlâ yıllar öncesinin sınırlarıyla, yıllar öncesinin nüfusuyla yönetiliyor. Oysa şehir dediğimiz şey sadece coğrafya değil; yaşayan insanın, göçün, ekonominin, ulaşımın oluşturduğu bir canlı organizma. Bu organizmayı yönetmek de artık yeni bir bakış açısı gerektiriyor.


Aynı Ceket Herkese Uyar mı?

5 bin nüfuslu bir kıyı kasabasıyla, 5 milyonluk bir metropol aynı mevzuatla yönetiliyor. Aynı yetki, aynı sorumluluk, aynı sistem. Oysa ölçek farklı, ihtiyaç farklı.
Kırsalda tarıma dayalı hizmetler gerekirken, kent merkezlerinde teknoloji, ulaşım ve altyapı öncelikli.

Bu yüzden yerel yönetimlerin “tek tip” değil, nüfusuna ve işlevine göre farklılaştırılmış yapılara kavuşması şart. Küçük yerleşim yerlerinde kırsal belediyecilik modeli, büyük şehirlerde ise katmanlı bir hizmet yönetimi kaçınılmaz.


Yolsuzluk Nerede Başlar, Ne Zaman Biter?

Yerel yönetim denince akla en çok gelen eleştirilerden biri de yolsuzluk. Bu sadece para meselesi değil; aynı zamanda fırsatların adil dağıtılmaması, imar kararlarının keyfi verilmesi ve kamunun değil kişilerin çıkarlarının öncelenmesi anlamına geliyor.

Şu soruyu sormakta fayda var:
Bir belediye başkanının, her yıl düzenli olarak mal varlığını halka açıklaması neden olağan bir uygulama değil?

Şeffaflık sadece hesap sormak için değil, güveni yeniden inşa etmek için de gerekli. Tüm belediye harcamalarının, ihalelerin, imar planlarının halkın erişebileceği dijital platformlarda yayınlanması, artık bir lütuf değil; bir zorunluluk.


Katılım Lüks Değil, Haktır

Yerel yönetim sadece seçilmiş birkaç kişinin sorumluluğu değildir. Mahalledeki gençten, pazardaki esnafa kadar herkesin söz söyleyebileceği mekanizmalar kurulmalı.
Mahalle meclisleri, halk oylamaları, çocuk ve gençlik konseyleri sadece vitrin değil, karar alma süreçlerinin gerçek parçaları haline gelmeli.

Çünkü şehir sadece bir yapı değil, yaşayan bir topluluktur. Ve o topluluk kendini karar masasında göremezse, yönetenle yönetilen arasındaki bağ giderek kopar.


Bir Dönüşüm Her Şeyi Değiştirir mi?

Kentsel dönüşüm dendiğinde çoğu kişinin aklına binaların değil, hayatların yerinden edilmesi geliyor. Oysa asıl dönüşüm; insanların yaşadığı yerlerde, daha güvenli, daha sağlıklı ve daha erişilebilir yaşam alanları inşa edebilmektir.
Sadece inşaat değil, sosyal doku da düşünülmeli. Beton bloklar değil, mahalle kültürünü yaşatan yapılar ön planda olmalı.


Sonuç: Yerinden Ama Hesap Verebilir Yönetim

Türkiye için ideal yerel yönetim modeli, ne merkeziyetçiliğe hapsolmuş bir sistemdir, ne de başıboş bırakılmış bir serbestliktir.
Güç yerelde toplanmalı ama bu güç; denetlenebilir, şeffaf ve topluma hesap veren bir yapıda olmalıdır.

Belki de artık bu soruyu daha yüksek sesle sormanın zamanı geldi: Şehirler bizim mi gerçekten?