Bugün büyük alışveriş merkezlerinin parlak vitrinlerinde kaybolmuş “esnaf kültürünü” arıyoruz.

Çocukluğumuzun çarşılarında, komşu esnafın “helalinden kazanç” ilkesiyle birbirine güven verdiği, alışverişin aynı zamanda bir ahlâk dersi olduğu günlerden eser yok. Oysa bir zamanlar çarşı yalnızca mal satılan bir yer değil, ahlâkın, ölçünün ve adaletin de mekânıydı. “İndirim” tabelalarının gölgesinde sıkışıp kalan modern insan, aslında Ahî teşkilâtının yedi yüzyıl önce koyduğu ilkeleri arıyor: dürüstlük, cömertlik, paylaşma.

Ahî teşkilâtı, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda hem iktisadî hem de toplumsal düzenin taşıyıcısı olmuş, şehir hayatının ahlâkî çerçevesini belirlemiştir. 13. yüzyılda Ahi Evran-ı Velî’nin önderliğinde şekillenen bu teşkilât, yalnızca bir esnaf örgütü değil, aynı zamanda bir ahlâk mektebiydi. Her meslek erbabı, mesleğini öğrenirken aynı zamanda toplumsal sorumluluk bilinciyle yetişirdi. Böylece çarşı, bir alışveriş yeri olmanın ötesine geçip toplumsal denetimin ve adaletin işlediği bir kurum haline gelirdi.

Nitekim Âşıkpaşazâde, Anadolu’da dört taifeden söz ederken “Ahiyân”ı zikreder; onları, gaziler, abdallar ve bacılarla birlikte yeni devletin temel unsurları arasında sayar. Bu ifade, Ahîliğin yalnızca iktisadî değil, siyasî ve askerî bakımdan da etkin olduğunu gösterir.

İbn Battûta’nın seyahatnamesi de bu hususta dikkate değerdir. Seyyah, Anadolu şehirlerinde konakladığında Ahî zaviyelerinde misafir edilip cömertlikle ağırlanmıştır. Onun tasvirlerinde Ahîler, yalnızca esnaf değil; yabancıya kapısını açan, yolcuyu doyuran, gerektiğinde silaha sarılan bir topluluk olarak görünür. Bu tanıklık, Ahî teşkilâtının iktisadî işlevi kadar sosyal ve siyasî rolünü de doğrular niteliktedir.

Burada metodolojik bir not düşmek gerekir: Modern araştırmalarda, Ahî teşkilâtının Osmanlı’nın ilk asırlarında siyasî gücü konusunda farklı yorumlar mevcuttur. Bazı tarihçiler, Ahîleri esasen şehirlerdeki esnafın meslekî örgütlenmesiyle sınırlandırırken; Halil İnalcık gibi araştırmacılar, Ahî reislerinin özellikle Ankara ve Bursa gibi merkezlerde siyasî nüfuz sahibi olduklarını vurgulamışlardır.

Ahî teşkilâtının en özgün tarafı, meslekî disiplin ile ahlâkı iç içe kılmasıdır. Ahîliğe katılan bir genç, ustasının yanında yalnızca zanaat öğrenmez; cömertlik, doğruluk, adalet gibi erdemlerle de donatılırdı. Bu nedenle, Ahîlik bir tür “ahlâk ekonomisi”dir: üretimin ve ticaretin yalnızca kâr için değil, toplum yararına düzenlendiği bir model.

Bugün modern dünyanın tartıştığı “etik ticaret”, “sosyal sorumluluk” ve “dayanışmacı ekonomi” kavramlarının Anadolu’da yedi asır önce Ahîlik pratiğiyle yaşandığını görmek, üzerinde durulması gereken bir noktadır. Halil İnalcık’ın ifadesiyle, “Osmanlı iktisadî hayatında loncalar, yalnızca üretimi düzenleyen değil, aynı zamanda toplumsal huzurun garantörü olan kurumlardı.”

Ve günümüz açısından da bir ek yapmak gerekir: Küresel rekabetin acımasız şartlarında, esnaf ve üretici çoğu kez zorlandığı bir ortamda ayakta kalmaya çalışıyor; tüketici ise çoğu kez aldatılıyor. Oysa Ahîlik, adil fiyatı, helal kazancı, paylaşmayı ve dayanışmayı merkeze koyan bir ekonomi anlayışıyla bugünün sorunlarına ışık tutabilecek bir tecrübe sunuyor. Modern kooperatifler, esnaf birlikleri ve “sosyal girişim” arayışları, aslında Anadolu’nun yedi yüz yıl öncesinden bugüne uzanan bir geleneğin devamı olarak okunabilir.

Günümüzde Anadolu’da kadınlar tarafından kurulan kooperatifler, el emeği üretim atölyeleri ve dayanışma ağları, Ahî teşkilâtının mirasını sürdüren somut örneklerdir. Tıpkı eskiden Ahîler’in çarşıda uyguladığı adalet ve paylaşım ilkesi gibi, bugün de kadınlar yerel üreticileri destekleyerek hem ekonomik hem de sosyal dayanışmayı güçlendiriyorlar. Bu bağlamda Ahîlik, tarihî bir kurum olmanın ötesinde, modern toplum için hâlâ yol gösterici bir model olarak karşımızda duruyor.

Ahîlik, Osmanlı’yı anlamak isteyenler için bir dipnot değil, esaslı bir başlangıçtır. Zira bu teşkilat, hem kılıcın hem de terazinin, hem iktisadın hem de ahlâkın birleştiği yerde doğmuştur. Çarşının ruhunu anlamak isteyenler, sadece tarih kitaplarına bakmakla yetinmemeli; eski çarşıların derin sessizliğinde, bugün AVM’lerde kaybolan bir kültürün yankısını ve kadın dayanışmasının modern izlerini duymalıdır.